Üçüncü kez iktidar anti-demokratik değil
Üçüncü kez iktidar anti-demokratik değil
10/06/2011 Radikal Gazetesi
Batı medyasının ortak tavrı şu: Türk seçmen, Erdoğan’ın aşırı heveslerini, onu Meclis’te salt çoğunluktan mahrum bırakarak engellemeli.
Pazar günü yapılacak genel seçimlerin dünyada bu kadar yankı uyandırması, Türkiye’nin artan nüfuzuna dair bir takdir göstergesi. Yanı sıra Batı’nın Türkiye’ye bakışında değişiklik olmadığının işareti; Batı medyasının sonucun ne olması gerektiğine dair belirgin tavırları böyle olduğunu gösteriyor. Batı medyasının üzerinde uzlaştığı tavır şu: Türkiye’deki seçmenler, Başbakan Erdoğan’ın üçüncü kez iktidar olma isteğini geri çevirmeli ve aşırı heveslerini, onu Meclis’te salt çoğunluktan mahrum bırakarak engellemeli. En azından ona, anayasayı cumhurbaşkanına (ki Erdoğan bu koltuğa oturmayı umuyor) yeni yetkiler verecek biçimde değiştirmek için istediği üçte iki çoğunluğu vermemeli.
Erdoğan tahammülsüz
Türkiye’nin Başbakanı’yla ilgili endişeleri anlamak mümkün. 2002 ve 2007’de art arda iki seçim kazanan, geçmişte büyük korkuya ve zulme yol açan şaibeli askeri şebekelerin üzerine giden Türkiye Başbakanı, eleştirilere karşı tahammülsüzlük işaretleri sergiliyor. Generalleri ve amiralleri hapse atmak için alınan önlemler, son dönemde hükümete yüksek sesle karşı çıkan ve yolsuzluklarını araştıran yazarlara ve gazetecilere de uygulanıyor.
Fakat Batı demokrasilerinde, on yıllık iktidarın ardından aynı belirtileri gösteren birçok lider var –eski Britanya başbakanları Tony Blair ve Maggie Thatcher bunlardan sadece ikisi. Türkiye’deki asıl mesele, hükümetin kibrinin bunca sene bakanlık araçlarında dolaşmanın ürünü mü, yoksa daha tehlikeli bir şeyin (alternatif iktidar zeminlerini ortadan kaldırmak ve modern Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün oluşturduğu laik yapıları dağıtmak yönünde bir planın) ifadesi mi olduğu.
Her ikisini de savunabilirsiniz. Fakat Erdoğan’ın artan agresifliğini eleştirirken, ilk başlarda Ergenekon’dan ne gibi bir muhalefetle karşılaştığını veya Türk demokrasisinin ordu tarafından ne sıklıkta rafa kaldırıldığını unutmak kolay oluyor. Başbakan’ın bugün revize etmek istediği anayasa, 1980 darbesinden sonra ordu tarafından yazıldı. Ülkenin çağdaş dünyaya ayak uydurmak için yeni bir anayasaya ihtiyacı var; hükümeti eleştirenler bile bu ihtiyacı teslim ediyor.
AKP’nin anayasayı referanduma gitmeden yeniden yazmak için gereken çoğunluğu elde edip etmeyeceğiniyse, pazar günkü seçimin sonunda göreceğiz. Bu çoğunluğun elde edilememesi ve Erdoğan’ın anayasaya dair planlarını referanduma götürme mecburiyetinin sürmesi (ki böylece yeni anayasa daha geniş kesimler tarafından ve daha sıkı biçimde tartışılıp incelenebilir), pekâlâ tercih edilir bir durum olabilir.
Kürtlere dair bir adım yok
Ancak anketler, Erdoğan’ın söz konusu çoğunluğu elde edeceğini gösteriyor. Vaktiyle Tony Blair’in de keşfettiği gibi, iktidarda kalmak söz konusu olduğunda, tutarlı bir ekonomik büyüme sicili gibisi yoktur. Fakat en azından bu kez Türkiye’de, Kemal Kılıçdaroğlu’nun yeni liderliğindeki CHP daha canlı bir muhalefet sergiliyor. Thatcher sonrası İşçi Partisi gibi, son seçimlerde hayal kırıklığına uğrayan CHP, özgürlük ve yoksulluğu dikkate alan sosyal demokrat bir parti olarak kendini yeniden keşfediyor.
Bu bakımdan Türkiye’de Ergenekon sonrası yeni bir siyasi döneme tanık oluyoruz. Bunun içinde eksik olansa, hayati önemdeki Kürt sorununa dair doğru düzgün bir tartışma yürütülmesi ve adımlar atılması.
Türkiye dışında eksik olansa, bu ülkeyi bünyesine almaya hazır bir AB. Türkiye’de seçim sonrası ne tür bir anayasa hazırlanacağını dert ediyorsak, daha hızlı üyelik önererek anayasa konusunda etkili olabiliriz. Arap Baharı, Türkiye açısından AB üyeliğini acil ve uygun hale getirdi.
Kimler Esad’ın safında?
Dünya Arap Baharı’nın sorularına cevap vermeye çalışırken, kıvrılıp bükülüyor. Eskiden bütün gözler Washington’ın sonuçları nasıl manipüle edebileceğinde olurdu. Fakat şimdi ABD, ne yapacağı veya aslında çok fazla bir şey yapıp yapamayacağı konusunda kararsız. Statükonun savunucusu olan Suudi Arabistan bile, Yemen meselesiyle tam olarak nasıl iştigal edeceğini bilemiyor. Bahreyn’de düşmanlarının kim olduğunu (Şiiler, cumhuriyetçiler ve İran) biliyordu. Yemen konusundaysa, gelişmelerin boyunu aşması ihtimalinden korkuyor.
Suriye’de de durum aynı. Daha bir hafta önce dış dünyanın büyük çoğunluğu, nerede durduğunu biliyordu. Suriye’de Esad rejiminin yaptıklarını kınıyordu, fakat bununla ilgili bir girişimde bulunmaya da niyetli değildi. Aslında ülkelerin çoğu, gizliden gizliye Esad’ın kalacağını, fakat ailesinin faaliyetlerini geri plana çekeceğini umuyordu.
Artık böyle değil. Cisr el Şukur, muhtemelen bardağın taştığı nokta. Sadece herkesin gözü önünde bir katliam ihtimali değil, Şam’ın kont-rolünü yitirdiğini, protestoların baskılara rağmen süreceğini gösteren sorunlar söz konusu.
Böyle bir durumda Avrupa, Türkiye ve civardaki Arap rejimlerinin tutum değiştirdiğine, Esad’ın destekçisi olarak sadece İsrail’in kaldığına tanık olacağız. İsrail’in sınırında gözü korkutulmuş bir istikrar kaynağı ve askeri politikalarını meşrulaştıran bir öcü mahiyetinde Suriye’ye ihtiyacı var. İsrail de Golan Tepeleri’ndeki ve Batı Şeria’daki silahsız göstericileri vurarak ve içeri sızan teröristler olduklarını ilan ederek aynı taktikleri kullanıyor. Belli ki Esad ve Başbakan Netanyahu birbirlerinden öğreniyor. (9 Haziran 2011)