Seçimler Eşiğinde CHP
Doç. Dr. Kıvanç Ulusoy İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ – 13.04.2011. Zaman Gazetesi.
Türkiye yeni bir seçimin eşiğinde. Bu yazımda Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı sürecinde son sekiz yıldaki performansını kısaca değerlendirmeyi hedefliyorum.CHP, 2002-2004 arası dönemde yıpratıcı bir muhalefet partisi olmak yerine bir diyalog siyaseti izleyerek Türkiye’nin içinde bulunduğu sıkıntılı iktisadi ve siyasi durumdan çıkmak için iktidardaki AKP’nin çabalarına katkıda bulunan “sorumlu” bir muhalefet partisi portresi çizdi. Bu durumu net bir şekilde 2002-2004 arası dönemde Avrupa Birliği (AB) ile katılım müzakerelerinin açılmasına giden süreçte reform paketlerinin Meclis’ten hızla geçmesine gösterdiği destekte görebiliyoruz. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında bir diğer acil dış politika konusu ise Irak’a Amerikan müdahalesi karşısında Türkiye’nin takınacağı tutumdu. Bu bağlamda CHP, oldukça soğukkanlı bir yaklaşımla iktidara henüz gelmiş olan ve ciddi ABD baskısı altındaki hükümeti büyük bir hata yapmaktan alıkoydu. CHP, Türkiye’nin de Irak’ta işgalci güçlerin parçası olması sonucunu doğuracak te Zkerenin geçmesini 1 Mart 2003’te Meclis’teki sert ve sorumlu muhalefetiyle engelledi. 2002 sonrası dönemde CHP ayrıca Türkiye’de demokratik rejime olan bağlılığı açısından da önemli bir sınav verdi. Özellikle CHP ile Ergenekon örgütü arasında ciddi hiçbir organik ilişki kurulamaması bunun en açık göstergesidir. CHP, Deniz Baykal’ın genel başkan olduğu bu dönemde, halen Ergenekon davası çerçevesinde yargılanan kişilerle arasına net bir mesafe koymaya özen gösterdi. Demokrasiye olan inancı ve Türkiye’nin içinden geçtiği hassas iktisadi ve siyasi dönemdeki sağduyulu yaklaşımları CHP’ye son belediye seçimlerinde ciddi bir başarı getirdi. Bu başarı özellikle İstanbul’da partinin verdiği değişim mesajı ile perçinlendi.
Bununla birlikte CHP özellikle 2004 sonrası dönemde iç ve dış politikada önemli zafiyetler de gösterdi. Ergenekon davası bağlamında, CHP sadece siyasete siyaset dışı her türlü müdahaleye karşı olduğunu değil, aynı zamanda Türkiye’de hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığına gölge düşürecek her türlü müdahalenin karşısında olduğunu açık bir şekilde göstermişti. Fakat 2007 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir siyasi krizin devlet krizi haline dönüşmesine engel olamadı. Ardından gelen 27 Nisan muhtırasına karşı tutumuyla olası bir askerî müdahaleye karşı gereken duyarlılığı ve bundan da önemlisi gerekli direnci gösteremeyeceğini ortaya koydu.
CHP’nin son dönemdeki demokratikleşme sürecinde gösterdiği bir başka zafiyetse ‘demokratik açılım’ konusunda oldu. AKP hükümetinin ABD’nin Irak’ta düştüğü durumu ve AB’nin demokratikleşme yönünde gösterdiği desteği Türkiye’de uzun süredir aciliyet teşkil eden demokrasi sorununun çözülmesi için olumlu bir uluslararası ortam olarak değerlendirerek giriştiği ‘demokratik açılım’ politikası açık sabotajlardan dolayı çöktü. ‘Demokratik açılımın’ muhalefetin özellikle de CHP’nin desteği olmadan yürüyemeyeceği kısa sürede anlaşıldı. AKP’ye muhalif diğer güçler bu bağlamda siyasi bir zafer kazanmış gibi göründü. Fakat geçtiğimiz dönem Türkiye’deki demokratikleşme sorunlarına ve ‘akut’ demokrasi taleplerine ilişkin olarak CHP’nin bir tereddüt içerisinde olduğunu da gösterdi. Seçimlere gidilen önümüzdeki süreçte demokratikleşme yönünde CHP’nin nasıl bir politika önerdiği halen bir soru niteliğindedir. Son olarak, karşılaştırmalı perspektiften bakıldığında en sağlıklı demokratikleşme tecrübelerinin, demokrasiye geçiş süreçlerinin rejimin kendi inisiyatifiyle -iktidardaki ve muhalefetteki siyasi aktörler arasında geniş tabanlı bir mutabakat sağlanarak- gerçekleşen süreçler olduğu biliyoruz.
POLİTİKA ÜRETEMEYEN CHP NE YAPMALI?
CHP’nin 2004 sonrası dönemde görülen diğer önemli bir zafiyet alanıysa dış politika oldu. AKP’nin izlediği politikaların dış politika çevrelerinde geniş bir destek bulmasının büyük ölçüde sebebi sadece Yunanistan endeksli ve Soğuk Savaş gerçekleriyle şekillenen yaklaşımın yeni döneme uymayacağının artık anlaşılmasıydı. Fakat bu anlayış AKP’nin adımlarıyla ciddi bir politika haline geldi. 11 Eylül sonrası Ortadoğu’da Türkiye, istikrarlı demokratik rejimi ve iktisadi kalkınmasıyla, bir yandan Batı’nın uzun vadeli çıkarları ile uyum içerisinde diğer yandan kendi etki alanını da genişletir bir durumda görünüyor. Dış politika alanındaki manevraları, AKP iktidarının devamlılığının da en ciddi dış garantileri olarak karşımıza çıkmakta. Bu bağlamda, dünyadaki siyasi ve iktisadi dinamiklerle derin bir etkileşim içerisindeki bir Türkiye’de dünyadan kopuk bir CHP’nin iktidar olmasının imkânı olmadığının da bu zamana kadar anlaşılmış olması gerekir. CHP özellikle AB ile ilişkilerin önemini halen kavrayamamış görünüyor. AB ile ilişkiler salt çıkar temelli bir dış politika meselesi değil, tam tersine giderek daha da net bir şekilde iç siyasi yapının modernizasyonu ve çağdaşlaşma meselesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durumu en iyi anlayabilecek partinin CHP olması gerekirken tam tersi bir durumla karşı karşıya görünüyoruz.
CHP ne yapmalı? Geçtiğimiz sekiz yıl içerisinde belki de en net olarak göze çarpan şey, AKP’nin iç ve dış siyasetlerinin birbirleriyle organik olarak ilişkili olduğu ve AKP’nin dış politika konularını olağanüstü bir beceriyle iç siyasette desteğini artırmak ve sürdürmek için kullanabilmesiydi. Bu bağlamda, CHP açısından önümüzdeki dönemde üzerinde etraflıca düşünülmesi gereken, iç politikaya etkileri açısından da önemli, belki de en kritik alan dış politika. Soğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası sistemin halen sancılı bir süreçten geçmekte olduğunu ve yakın zamanda bir konsolidasyonun mümkün olamayacağını tahmin etmek pek de zor değil. Son dönemde hükümetin özellikle komşularla sıfır sorun ve açık sınır politikaları incelendiğinde uluslararası sistemdeki bu sert değişikliklere bir cevap niteliğinde olduğu da kolaylıkla anlaşılabilir. Fakat bu politikaların aynı zamanda Türkiye’de merkezkaç kuvvetleri hareketlendirdiği ve daha da hareketlendireceği öngörülebilir. Bu durum Türkiye’deki demokratikleşme süreciyle de doğrudan ilişki içerisinde olup merkezkaç dinamiklerin merkezle ilişkilerinin dikkatli olarak yeniden örülmesi önümüzdeki dönemin en önemli sorunu durumundadır. Orta sınıflar ise önümüzdeki dönemde iktisadi istikrar ve sürdürülebilir büyüme peşinde olacaklar. Yeni orta sınıflar iktisadi getirileri de olan bu yeni dış politikadan en fazla faydalanan kesimler olarak da karşımıza çıkmaktalar. Bu bağlamda, Türkiye’deki hem geniş bir toplumsal kesim için ortak bir siyasi hedef hem de istikrarlı bir büyüme için temel bir iktisadi çıta olarak AB ile ilişkiler kritik önemde görünmektedir. Bir iktisadi kalkınma ve çağdaşlaşma meselesi olan AB ile ilişkilerden en son yabancılaşması gereken partinin de CHP olması beklenir. Türkiye-AB ilişkilerinin 2004 sonrası süreçte iyileşememesinin sebebi büyük ölçüde AB’nin içe dönük bir siyaset izlemesiydi. Fakat AB ile ilişkiler ülke menfaatlerinin yeniden yeni bir bağlamda tanımlanmasını da gerektirmektedir.