Ortadoğu ve Orta Asya’da petrol ve doğalgaz savaşları
Ortadoğu ve Orta Asya’da petrol ve doğalgaz savaşları: Bir öngörü denemesi
Markus Ürek, Ümit Altuntaş Uluslararası İlişkiler Uzmanları – 06.06.2011 Zaman Gazetesi
İnsanlar her dönemde kendilerine güç sağlayacak mal, toprak ve benzeri şeylerin uğruna mücadele etmiştir.1900’lü yılların başında petrole dayalı motorların icadı ve ardından da 1912’de İngiliz donanmasının buharlı makineden petrole dayalı çalışma sistemine geçmesi yeni bir dünya düzeninin ilk habercisiydi. Bu düzende ön plana çıkan ülkeler ise daha önce de olduğu gibi sanayi devrimini başarıyla tamamlamış ve teknolojik atılım yapan Batılı ülkeler olacaktı.
İçten yanmalı motorların icadı insanoğlunun hayatını büyük ölçüde rahatlattı. Akaryakıt ile çalışan, art arda gelen teknolojik icatlar ve bunun insanların kullanımına sunulması beraberinde ülkeleri daha fazla kaynak arayışına sürükledi. Bu gelişmelerle birlikte, akaryakıtın mobil araçlarda kullanılması ve bu araçların birçoğunun askerî araç olarak tasarlanması bazı ülkeleri güçlendirdiği gibi diğerlerini zayıflattı. Bunun için daha fazla petrole ihtiyaç duyuldu ve zaman içerisinde ülkeler neredeyse petrole ve kaynak zengini başka ülkelere bağımlı hale geldi.
Soğuk Savaş döneminde ABD ve bazı Batılı ülkeler daha fazla petrol havzası kontrol edebilmek için dev petrol şirketlerini destekledi ve dış politikalarında etkin bir silah olarak kullandı. SSCB ise askerî harcamalarını ve ihtiyaç duyduğu nakit parayı karşılamak için petrol satışlarından yararlandı. 1990’da SSCB’nin yıkılması ABD’nin tek süper güç olduğu bir dünya düzeni oluşturdu. ABD de bu dönemi izleyen 10 yıl içinde süper gücünü pekiştirerek kendi kontrolüne muhalif olan bazı Ortadoğu rejimlerini kontrol etmeye çalıştı, Orta Asya ve Kafkasya’daki petrol ve doğalgaz havzalarını da kendi şirketlerine kazandırmak için bu bölgelerde aktif bir dış politika izledi. Bugün için ABD, göreceli olarak bu bölgelerde verdiği savaşı kaybetmiş gözükmektedir; ancak uzun vadeye yayıldığında ABD’nin çok şey kaybetmediği, bunun aksine bu farklı bölgelerde kendi ve yandaş petrol şirketlerine ciddi petrol ve doğalgaz anlaşmaları kazandırdığı görülecektir.
Yine, 1990’ların başından itibaren önlenemez ekonomik yükselişiyle Çin’in petrole ihtiyacı sürekli artmaktaydı ve ejderhanın motorlarını besleyebilecek daha fazla kaynağa ihtiyaç vardı. Çin 1993’te ilk kez petrol ithal eden bir ülke konumuna geldi. Bunun anlamı da artık ABD’nin, SSCB’nin yerine bundan sonra Çin ile her alanda rekabet etmesi gerektiği yönündeydi. Ancak Çin petrol ve doğalgaz havzaları paylaşım pastasına geç katılmıştı ve bunun için daha fazla mücadele etmesi ve daha fazla para harcaması gerekmekteydi. Nitekim bunun bilincinde olan Komünist Parti yönetimi Çin’in ihtiyaç duyduğu petrol ve doğalgazın temini için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayarak Çinli petrol şirketlerini güçlendirdi ve ülkenin en önemli dış politika araçlarından birisi haline getirdi.
Çin’in enerji güvenliği stratejisi ve ekonomik yükselişi başta ABD olmak üzere Rusya, Japonya ve Hindistan’ı da tedirgin etmektedir. Artık Çin’in ekonomik ve dış politikası Uzakdoğu Asya’yı derinden etkilemektedir. Nitekim birçok Çinli dış politika yorumcusuna göre de Güneydoğu Asya Çin’in bir hinterlandı olarak görülmektedir. Önümüzdeki dönemde 1,2 milyarlık bir nüfusa sahip olan Hindistan’ın da enerji pastasından daha fazla pay kapma çabaları, komşu olan Çin ve Hindistan’ı karşı karşıya getirmesi büyük bir olasılık olarak değerlendirilmektedir. Hatta bu iki devin enerji ve ekonomik alanlarda kapışması ABD ve SSCB’nin kapışmasından daha da tehlikeli olacaktır.
Bir diğer taraftan Çin ve Rusya arasında enerji işbirliği hızlı bir şekilde ilerlese de aslında çelişkilerle doludur ve zaman bize her iki ulusun birbirine ne kadar çok ihtiyaç duyduklarını gösterecektir. Rusya enerji ihraç etmek zorundadır. Çin ise daha fazla enerji temin etmek durumundadır. Ama aynı zamanda her iki ülke de dış politikada rakiptir ve tarihsel toprak sorunları vardır. Rusya’nın Çin’e karşı en büyük şansı Hindistan’ın da artık enerji pastasından daha fazla pay kapma uğraşı olacaktır. Çin’in Rusya’ya karşı en büyük şansı ise Rus nüfusunun giderek yaşlanması ve azalması olacaktır. Aynı şekilde Avrupalı ülkelerin de giderek enerji arzlarını çeşitlendirme çabaları Rusları tedirgin etmektedir. Keza Avrupalıların da hedefinde Çin’in kontrol etmeye çalıştığı petrol ve doğalgaz zengini Orta Asyalı ülkeler vardır. Tabii, bu bölgede de zamanla Türk-Rus işbirliği ve rekabeti de ön plana çıkacak ve Rusya, Türkiye’ye daha fazla ihtiyaç duyacaktır.
BÖLGENİN EN ÖNEMLİ ÇIKIŞ KAPISI
Kafkasya ve Orta Asya’nın kaderini ise önce bu bölge ülkelerinin iktidarları, ardından da bölgedeki mevcut kaynaklara olan ihtiyaç belirleyecektir. Kafkasya ve Orta Asya petrol ve doğalgaz bakımından son derece zengin olmasına rağmen herhangi bir denize çıkış kapıları yok. Çok zahmetli bir arazi yapısına sahip bu bölgelerdeki işletim maliyeti yüksektir. Aynı şekilde yine yüksek ve engebeli arazi yapısından dolayı pazarlanması da bir hayli maliyetli olmaktadır. Dolayısıyla Ortadoğu petrolleri karşısında zaman zaman rekabet edememektedir. Ancak başta AB ülkeleri olmak üzere Çin’in artan enerji talebi ve enerji arzlarını çeşitlendirme çabaları Orta Asya ve Kafkasya’yı bir hayli önemli kılmaktadır. Uzun vadede ise İran ve Batı dünyasının çatışması devam ettikçe Türkiye bu bölgenin en önemli çıkış kapılarından birisi olmaya devam edecektir. Olası bir İran ve Batı dünyası barışında ise Kafkas ülkeleri İran üzerinden petrollerini daha rahat bir şekilde sıcak sulara ulaştırma imkânına kavuşacaktır. Aynı şekilde Afganistan’ın normalleşmesi de Kafkasya ve Orta Asya için iyi bir çıkış kapısı olabilir. Ancak İran ve Afganistan’ın durumu değişmediği sürece özellikle Orta Asya ülkeleri Rusya ve Çin’e mahkûm olmaya mecburdur.
Petrol denilince akla ilk gelen Ortadoğu bölgesidir. Son günlerde görüldüğü gibi Mısır, Libya ve Tunus’ta başlayan halk ayaklanmaları zamanla diğer Ortadoğu ülkelerine sıçradı. Bu gelişmeler insanın özgürleşmesi ve daha demokratik yönetimler kurulması açısından son derece önemlidir. Ancak Ortadoğu’nun demokratikleşmesi kolay olmayacağı gibi beraberinde birçok olumsuz neticeyi de getirecektir. Suudi Arabistan ise her petrolcünün dikkatle takip ettiği ülkelerin başında gelmektedir. Zira dünya petrol piyasalarını en fazla etkileyecek ülkelerin başında Suudi Arabistan gelmektedir ve bu ülkede yaşanabilecek her şey birçok kişi tarafından dikkatlice incelenmektedir.
İran, petrol ve doğalgaz rezervleri bakımından dünyanın en önemli ülkelerinden birisi olmasına rağmen bir türlü istenilen siyasi ve ekonomik istikrarı yakalayamamış ve hep tek başına hareket eden ülkelerden birisi olarak ortaya çıkmıştır. İran, coğrafik, nüfussal ve doğal kaynakları açısından kendi hegemonyasını oluşturabilecek ender ülkelerden birisidir. İster yanlış yönetiliyor denilsin, ister daha da ileri giderek ülkeyi dış güçler yönetiyor denilsin; tek gerçek, İran’ın kendi gücünü yeterince kullanmadığı ve komşularına da garip bir huzursuzluk verdiği yönündedir. İran “kazara” bir gün komşuları ve başka ülkelerle giriştiği nükleer yarışmayı bırakır da kendi insanının refahı ve özgürlüğü için daha da demokratik bir yönetim kurarsa o zaman dünyanın en önemli ülkelerinden birisi olmaması için hiçbir neden yoktur. Ancak görünen, o günlerin çok yakında olmadığı yönündedir. İran’ın güçlülüğü ve güçsüzlüğü Türkiye’yi doğrudan ilgilendirmektedir. İstikrarlı ve güvenilir bir İran, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu tüm enerjiyi sağlayabilir ve iki ülke Almanya ve Fransa’nın AB’de yaptıkları gibi tüm Ortadoğu’yu hatta Orta Asya ve Kafkasya’yı rahatça yönetebilir. Tabii, İran ve Türkiye tam kapasite ile işbirliğine girdiği gün ABD’nin Ortadoğu’daki hegemonyasının kırıldığı gün olarak tarihe geçecektir. Bu olasılık bugün için oldukça zayıf olsa da ileride bu işbirliğinin gerçekleşmemesi için de herhangi bir neden yoktur.
TÜRKİYE ENERJİ KORİDORU OLARAK KALMALI Komşumuz Kuzey Irak’ta da enerji konusunda önemli gelişmeler yaşanmaktadır. 5 Şubat 2011 tarihi itibarıyla Bağdat merkez hükümeti Kuzey Irak Kürt yönetiminin yaptığı tüm anlaşmaları tanıdığını açıkladı. Bu açıklama aslında Irak’taki istikrar ve istikrarsızlık için önemli bir adım olarak yorumlanabilir. Ama burada daha da önemli olan şey, bundan sonra Irak’taki petrol gelirlerinin nasıl bölüşüleceği konusudur. Kuzey Irak Kürt yönetimi kendi petrollerini pazarladığı halde halen merkez hükümetin elde ettiği petrol gelirlerinden pay alabilecek mi? Ya da Kuzey Irak Kürt yönetimi petrol ve doğalgazını hangi ülkeler üzerinden pazarlayacaktır? Kanımızca Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin doğal kaynaklarını Türkiye üzerinden pazarlaması Türkiye açısından olumlu bir gelişmedir. Ayrıca Türk firmalarının Kuzey Irak’ta daha fazla etkin olabilmelerinin önü açılmıştır.
Bizim açımızdan en önemli soru, Türkiye’nin enerji koridoru olarak kalması mı yoksa enerji yollarının gidişatını belirleyen bir ülke olması mıdır? Bizce Türkiye sadece enerji koridoru olarak kalmamalı ve dış politikasını daha fazla enerji güvenliği üzerine kurmalıdır. Çok klişeleşmiş laflar olan Türkiye’nin stratejik önemi gibi kavramlar eskimiştir ve Türkiye’nin daha sağlam ve daha öngörülebilir bir dış politikaya ihtiyacı vardır. Yine, bizce bu dış politika Türk şirketlerinin yabancı pazarlarda önünün açılmasıyla yapılmalıdır. Bunun için de Orta Asya’dan Ortadoğu’ya ve hatta Afrika’ya kadar uzanan coğrafyalarda Türk firmalarının daha etkin olmasını sağlamaya yönelik devletin daha fazla katkısına ihtiyaç vardır. Bunun ötesinde de daha önce de belirttiğimiz gibi dış pazarlarda petrol ve doğalgaz havzası elde edilmesinde ve bazı konsorsiyumlarda var olabilmesi için Türk petrol ve doğalgaz firmalarının devletçe daha fazla sübvanse edilmesi gerekir.