ÖNEMLİ OLAN OTORİTEYİ SARSMAK
Dört seçim, iki referandumdan galip çıktı. Beşinci zaferini şimdiden ilan etti. Daha önceki hükümetlerin aksine, gücünü her seçimde biraz daha pekiştirdi. Peki, AKP’nin gizli formülü ne? Nasıl her zaman güçlü kalabiliyor? Bu soruların yanıtı, ‘karizmatik lider’ Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘şansı’ ve ‘otorite’ ile savaşında gizli.
Kaynak: http://www.sitemedya.com/tempo.html
Cemal Subaşı
csubasi@doganburda.com
Yensen de, yenilsen de başkaldır.” Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi felsefesini bu cümleden daha iyi ne anlatabilir ki. Nitekim öyle ilerledi. 1980’li yılların Türk filmleri gibi; önce, ‘taşralı’lığına vurgu yaptı. Sonra “Hak, hukuk” dedi, ‘mazlum’ yönünü ön plana çıkardı. “Size rağmen beni başbakan yapmıyorlar” savını işledi. Milletvekilliği yolu açıldıktan sonra bu argümanlara yenilerini ekledi. Genelkurmay’a, yargıya, IMF’ye, hatta İsrail ve AB’ye kafa tuttu. Çünkü statükoya diklenmek puan getiriyordu. Türkiye’nin büyük özlemi ‘daha ileri demokrasi’yi de hep ön planda tuttu.
Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi geçmişi ve doğal olarak AKP’nin kuruluş hikâyesi incelendiğinde, başarının sırrının ‘otoriteye başkaldırı’da yattığı ortaya çıkıyor.
doğum sancısı
Siyasi geçmişi 35 yıl öncesine dayansa da, 1999’da, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’yken çarptırıldığı dört buçuk aylık hapis cezası, hayatının dönüm noktası oldu. Akabinde, partisi Refah’ı (RP), Anayasa Mahkemesi kapattı. Artık, lideri Necmettin Erbakan da tıpkı kendisi gibi siyasi yasaklıydı. Yerine kurulan Fazilet Partisi’nde (FP) lider tartışmaları başladı. Bu hızlı süreç, Erdoğan’ın 2001’de, belki de ilk kez açıkça dile getirdiği ‘yenilenme’ sürecine de start verdi. Çünkü artık şartların olgunlaştığını düşünüyordu. Planı hazırdı. Bu yolda en güvendiği isim, Milli Türk Talebe Birliği’nden (MTTB) tanıdığı Abdullah Gül’dü.
1991 genel seçimlerinde RP’den Abdullah Gül’e milletvekilliği teklifi yapılmış, Gül’ün kararsızlığını, İstanbul İl Başkanı Erdoğan, şu sözlerle gidermişti: “Milli Görüş hareketinin gençlere ihtiyacı var. Biz İstanbul’dan, siz Kayseri’den, başka arkadaşlar başka şehirlerden… Bu partiyi dönüştürebiliriz.”
“bu bir başlangıç”
2000 yılında, “Bu bir başlangıçtır” diyordu, ‘yenilikçi’ kanadın lideri Tayyip Erdoğan. Hedefini şöyle açıklıyordu: “Yenilsek de, kazansak da önemli değil. Önemli olan otoriteyi sarsmaktır.” İlk otoriter hedef, Necmettin Erbakan’dı. Milli Görüş tarihinde ilk kez, iki adaylı kongreye gidiliyordu. Yasaklı Erbakan, Fazilet Partisi genel başkanlığı için Recai Kutan’ı, yasaklı Erdoğan ise Gül’ü destekliyordu. Gül, basın toplantısıyla adaylığını açıklarken, bir yanında Bülent Arınç, diğer yanında Abdüllatif Şener oturuyordu.
14 Mayıs 2000’deki kongrede, Kutan 633 oyla genel başkan olurken, Abdullah Gül 521 oyda kaldı. Sonuca ilişkin genel kanı “Gül kazandı, Kutan başkan oldu” yönündeydi. Artık saflar iyiden iyiye belirmişti. Anayasa Mahkemesi’nin 22 Haziran 2001’de FP’yi kapatması, ‘yenilikçi-gelenekçi’ ayrışmasını da hızlandırdı. 20 Temmuz 2001’de yerine Saadet Partisi kuruldu. Ama 105 milletvekilinden aralarında Gül ve Arınç’ın başını çektiği 55 milletvekili, Ağustos 2001’de kurulan AKP’ye katıldı.
ustalık dönemi
AKP’nin kurulduğu yıl, Türkiye, tarihinin en zor günlerini geçiriyordu. 21 Şubat MGK’sında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakan Bülent Ecevit arasında yaşanan tartışmanın basına yansıması, faizlerin o gece yüzde 7 bin 500’e yükselmesine, borsanın dip yapmasına neden oldu. Binlerce kişi birkaç gün içerisinde işsiz kaldı. Birçok şirket maaşları ödeyemedi. Üstelik peşi sıra içi boşaltılan, hortumlanan 16 bankaya el konuldu. Bu gelişmeler üzerine Dünya Bankası Başkan Yardımcısı Kemal Derviş, Türkiye’ye davet edilip, ekonominin patronu yapıldı. Derviş, Türkiye’nin önündeki 10, 15 yılını yeniden yapılandıradursun, hükümet ortağı Devlet Bahçeli’nin isteği ile 22 Haziran 2002’de erken genel seçimlere gidilmesi kararlaştırıldı. Yani AKP, kuruluşundan dokuz ay sonra ilk ciddi sınavını verecekti.
Tüm partiler seçim meydanlarındaydı. Ama SP’nin Konya mitinginde konuşan Necmettin Erbakan, bugünlerde çok tanıdık gelen bir iddiada bulunuyordu: “Kalfalık dönemimiz bitti. Şimdi ustalık dönemimiz başlıyor.” SP’nin seçim sloganı ise manidardı: “Güneş varken ampule ne gerek var?” Ama seçim sonuçları, kamuoyu araştırma şirketlerini şaşırtmadı. Zira AKP kuruluşundan itibaren sürekli oyunu artırıyordu ve seçimlere birkaç ay kala hep birinci parti konumundaydı.
‘mazlum’un ahı!
4 Kasım 2002 sabahına Türkiye, yeni bir dönemle girdi. Ekonomik krizin faturası kesildi. Partisinin kurucusu dahi olamayan, cezaevinde yatan, genel başkan olması engellenmek istenen, üstelik “Partisi kapansın” denilen Erdoğan’ın AKP’si, 361 milletvekili ve yüzde 34.3 oy oranıyla seçimlerden birinci çıktı. Yine bir dönem önce baraj altında kalan CHP, 180 milletvekili ve oyların yüzde 19.4’ünü aldı. Diğer partilerin hepsi baraj altında kaldı. Erdoğan’ın ilk açıklaması şöyleydi: “Hayat tarzlarına karışmayacağız. Başörtüsü birincil sorunumuz değil.” Seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından dolar ve faizler düştü, borsa yükseldi. Seçimlerden beş gün sonra Baykal, Erdoğan’ın siyasi yasağını kaldırma teklifinde bulundu. Kaldırıldı da. Ayrıca büyük bir ‘şans’ yakaladı. Çünkü Yüksek Seçim Kurulu, Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir seçimi, Siirt seçimlerini iptal etti. Erdoğan sadece milletvekilliği mazbatasını değil başbakanlığı da elde edecekti. Öyle de oldu. 11 Mart 2003’te Erdoğan milletvekili yemini ederken, Abdullah Gül de istifa etti. Sezer, jet hızıyla yeni hükümeti kurma görevini Erdoğan’a verdi. Yeni kabinede Erdoğan başbakan, Gül de yardımcısıydı. Erdoğan’a yeni haber, başbakanlık koltuğuna oturduğu ilk günlerde geldi. 2003 yılında milli gelirin, cumhuriyet tarihinde ilk kez 3 bin 383 dolar olduğu açıklanıyordu. Bu rakam, 2001 krizinde 2 bin 101 dolardı. Ekonomik veriler iyiye işaret ediyordu.
AKP’nin doğuşu ve iktidar olması epey sancılı oldu. Ama sonrasında, kimi krizlere rağmen, büyüyerek güçlendi. Üst üste dört seçim kazandı. Beşincisi kesin gibi. Bu süreçte yapılan iki referandumdan da istediği sonucu aldı.
Neden hep kazanıyor?
Bu soruya, görüştüğümüz tüm kesimler aynı yanıtları veriyor. Birinci neden, Recep Tayyip Erdoğan’ın karizması, çok çalışması ve iş odaklı yaşaması. Bu özelliğini tüm partiye ve teşkilata da yansıtıyor. Hatta denetliyor. Bu durum, örgütün sürekli hareketli olmasını sağlıyor. İkinci önemli neden ise, karşısında etkili muhalefetin olmaması. Bu noktada Metropol Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Şirketi Başkanı Prof. Dr. Özer Sencar, önemli bir saptamada bulunuyor: “Türk ve Avrupa demokrasi tarihinde, Recep Tayyip Erdoğan kadar şanslı bir lider hatırlamıyorum. Deniz Baykal teorik olarak çok güçlü, ama çalışmayan, yaşantısını rahat sürdürmek isteyen biriydi. Tam bir ‘beyaz Türk’tü. Halkla irtibatı yoktu. Bugün yerine gelen Kemal Kılıçdaroğlu ise, parti içinde bazı güçler tarafından risk olarak görüldüğü için itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. İşte bu Tayyip Bey’in şansıdır.”
Prof. Dr. Özer Sencar’a göre, Başbakan’ın iç ve dış politikada attığı adımların beğenilmesinin temelinde, her ay en az iki, üç kamuoyu araştırması yaptırması yatıyor. Bu araştırmalardan elde ettiği bilgiler doğrultusunda İsrail’e ya da AB’ye kafa tutabiliyor. Sencar, “CHP’nin bir ankete para verdiğini hatırlamıyorum” diyor. Bu arada Metropoll Şirketi’nin Nisan 2011 sonunda açıkladığı kamuoyu araştırmasına göre AKP, yüzde 50 oy bandında.
Elbette AKP’nin başarılı olmasında sadece bunlar değil, vatandaşın günlük yaşamına direkt etki etmesi de önemli. Bu savı, “AKP’nin oy oranı yüzde 40-45, CHP’ninki yüzde 30, MHP yüzde 10-15 bandında diyen” A&G Araştırma Şirketi Başkanı Adil Gür’ü, Hürriyet gazetesi köşe yazarı İsmet Berkan ve sosyolog Prof. Dr. Nilüfer Narlı da destekliyor. Buna örnek olarak en başta sağlık alanındaki icraatlar gösteriliyor. Hastanın, istediği hastaneye, sağlık karnesi bile olmadan başvurabilmesi ve aile hekimliğinin hayata geçirilmesinin altını çiziyorlar. Narlı’ya göre bu sistem, özellikle Karadeniz ve Doğu Anadolu Bölgesi’nden AKP’ye oy olarak döndü. Elbette buna TOKİ’nin ucuz konut yapımını, duble yolları ve sosyal yardımları da eklemek gerekiyor. Narlı, Milli Eğitim Bakanlığı’nın, ‘Haydi Kızlar Okula’ kampanyası çerçevesinde, ailelere verdiği cüzi paranın bile çok etkili olduğunun altını çiziyor.
İsmet Berkan’a göre, 2002’de karşısında başka parti olmadığı için kazandı. Ama sonra, çanağı, çömleği kırmadığı, ekonomi rayında gittiği için başarılı oldu. Bunun ödülünü 12 Haziran’da da almasını bekliyor. Yani, AKP’nin bu kadar güçlü olmasının temel nedeni, ‘krizlerin teğet geçtiği’ ekonomi.
“türkiye’ye para akıyor”
Kemal Derviş’in ekonomi politikalarını aynen devam ettirdiği için, AKP hemen her kesimden övgü alıyor. Enflasyon 2002’de yüzde 30 iken, bugün yüzde beşlere geriledi. IMF’ye olan borç önümüzdeki yıl bitiyor. Yani seçmen, oyunu ‘istikrar ve güven’e veriyor. Bu noktada, ekonomist Uğur Civelek önemli bir analizde bulunuyor:
“11 Eylül 2001, önemli bir kırılma tarihi. Bir buçuk yıl, ne olduğunu anlama ve sendelemeyle geçti, ama 2002’den sonra dünyada anormal bir sermaye hareketi başladı. Bu dönemde IMF ile anlaştık. Bize üç yılda 3.9 milyar dolar verecekti, bunun dört, beş katı da özel sermayeden gelecekti; Türkiye, üç yıllık ihtiyaç olarak 25 milyar dolar öngörüyordu. Ama yılda ortalama 80-90 milyar dolar gelmeye başladı. Adeta para akıyordu, hâlâ da öyle.”
Civelek, hükümetin, ülkeye giren sermaye yeşil mi, değil diye bakmadığını, yeşil sermayeyi de güçlendirmeye çalışmadığını söylüyor. Ama önemli bir uyarıda bulunuyor: “Vatandaş farkında değil, 2002’de her 100 kişiden dördü borçluydu, bugün her 100 kişiden 40’ı borçlu. AKP’nin en az oy aldığı kesim ise orta gelir grubu. Yoksullar ise yardımlarla ayakta duruyor ve ‘Allah razı olsun’ diyor. İşte, AKP buradan güçleniyor. Eğer bir ekonomik kriz çıkarsa, -ki, bana göre bunun olasılığı bir yıl içerisinde yüzde 40-50- o zaman her şey tersine döner.”
“2023 Cumhuriyet’in 100’üncü yılı ve toplum özel günlere her zaman büyük önem verir” diyen Nilüfer Narlı, AKP’nin 2023 vurgusunun, sürdürülebilirliği ve geleceği hedeflediği için önemli görüyor. Ama sonuçta, Recep Tayyip Erdoğan, 2002’de olduğu gibi 2011’de de beklenti çıtasını yükseltiyor. Ama ilk kez, şimdilik, mağdur olmadan, hatta mağrur şekilde seçimlere hazırlanıyor. Bakalım önümüzdeki dönem, karşısında ‘dik duracağı yeni otorite’ ne olacak?
AKP’NİN GÜCÜ NEYE YOL AÇABİLİR?
Prof. Dr. Özer Sencar:
“Erdoğan, partide mutlak hâkim. Herkes kaşına, gözüne bakıyor. Sonuçta Tayyip Erdoğan da Ortadoğu’ya ait bir insanoğlu. Bu kadar güçlü biri kendisine hâkim olamazsa, o zaman Ortadoğu’ya has bir vaka ile karşı karşıya kalırız. Bu kadar güçlü bir liderlik, böyle bir riski her zaman taşır.”
Prof. Dr. Ali Çarkoğlu:
“Bu kadar güçlü tek parti rejimi, dünyada birkaç ülkede görüldü. Japonya’da liberal demokratlar, Hindistan’da Kongre Partisi 10’ar yıl kadar, İsveç’te sosyal demokratlar uzun süre iktidarda kaldılar. Ama hepsinin ardından önemli çöküşler meydana geldi. AKP’nin arkasında bir ivme var ve devam ediyor. Ama aynı ivme, beklentiler yaratılıp karşılanmadığı takdirde gayet çabuk söner.”
Prof. Dr. Nilüfer Narlı:
“Güç gücü yaratır, Çünkü güç, bir sinerjidir ve gücü getiriyor, bunu AKP için de söyleyebiliriz. Güç, doğru kullanıldığında büyür. Ama gücü kullanıp hatalar yapılırsa, hızlı bir şekilde düşebilir de.”
NE ZAMAN, HANGİ SLOGANLARI KULLANDI?
3 KASIM 2002 GENEL SEÇİMLERİ
Her şey Türkiye için
Tek başına iş başına
Her şey bizimle iyi olacak
28 MART 2004 YEREL SEÇİMLERİ
Ak Eller, Ak İller
Her şey Türkiye için
22 TEMMUZ 2007 GENEL SEÇİMLERİ
Durmak yok, yola devam
Yolun açık Türkiye
Yeter, karar milletindir
Güven ve istikrar
Şimdi demokrasi zamanı
IMF’siz Türkiye
Ak Parti Yürüyor, İstikrar Sürüyor
29 MART 2009 YEREL SEÇİMLERİ
Hepimiz biriz, beraberiz, kardeşiz
İşimiz hizmet, gücümüz millet
Durmak yok, hizmete devam
Türkiye’nin alnı ak, bahtı ak, gönlü ak
Sen Türkiye’sin büyük düşün
İşte hizmet işte millet
12 EYLÜL 2010 ANAYASA REFERANDUMU
Sevdam millet, kararım evet
Her evet demokrasiye evet, özgürlüğe davet
Söz sende, en güzeli karar sende
22 HAZİRAN 2011 GENEL SEÇİMLERİ
Hedef 2023
İleri demokrasi
Güçlü ekonomi
Oyunu Ak Parti’ye ver, kendi anayasanı yap
2002-2011 KARNESİ
Ekonomi:
Kişi başına milli gelir 2 bin 598 dolardan, 10 bin 79 dolara yükseldi.
2 milyon 270 bin olan işsiz sayısı, 3 milyonu aştı.
IMF’ye borç 23.5 milyar dolardan, 6.1 milyar dolara indi.
1 litre benzinin fiyatı 1.7 liradan 4 liraya ulaştı.
Dış ticaret açığı 16 milyarken, 72 milyar dolar oldu.
Asgari ücret 251 liradan, 630 liraya yükseldi.
Sağlık:
SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı, SGK altında toplandı.
‘Aile Hekimliği’ sistemi hayata geçirildi.
Doktorlara performans kriteri getirildi.
Kapalı alanlarda sigara yasağı kondu.
Doktorların özel muayenehane ile hastane arasında seçim yapmaları istendi, ama Danıştay, yasayı iptal etti.
TC Kimlik No ile sağlık kuruluşlarından yararlanma hakkı getirildi.
Tam donanımlı ambulans sayısı 618’den, 3 bin civarına çıkarıldı.
Eğitim:
İlkokul öğrencilerine ders kitapları bedava verildi.
Aleviliğe önümüzdeki yıl ders kitaplarında yer verilmesi kararlaştırıldı.
Toplam 248 bin 416 öğretmen atandı.
Engelli öğrenciye ayda 500 lira yardım yapılmaya başlandı.
‘Haydi Kızlar Okula’ kampanyası ile 350 bin kız çocuğu okula kavuştu.
AB:
2005 yılında tam üyelik müzakereleri başladı.
Bugüne kadar 35 başlıktan 14’ü açıldı. Çoğu, Kıbrıs sorunu nedeniyle askıda.
Yargı:
Adli yargıya 3 bin 122, idari yargıya ise 561 olmak üzere toplam 3 bin 683 hâkim ve savcı atandı.
Yargıtay ve Danıştay’ın daire sayısı ile üye sayısı artırıldı.
Referandumla 12 Eylül darbecilerinin yargılanma yolu açıldı.
YAŞ kararlarına yargıda itiraz edilebiliyor.
Anayasa Mahkemesi’ne Meclis de üye seçebiliyor.
Adalet Bakanı HSYK’nın başkanı, müsteşarı doğal üyesi oldu.
TOKİ:
81 il, 800 ilçede 500 bine yakın konut inşa etti. Yaklaşık 105 bini İstanbul’da olan konutların 195 bini dar ve orta gelir, 134 bini yoksullara yönelik yapıldı.