Kürt sorununu Anadolu vicdanı çözer
Uzak diyarlardaki dindaşlarımızın dertlerine ağladık ama yanı başımızdakileri göremedik. İslamcılarla dindarlar da bu tavrın dışında değildi.
Açık Toplum Vakfı, Kürt sorununu sadece Kürtler için değil aynı zamanda Türkler için akla ilk gelen konu ve argümanları bir kez de vicdan penceresinden görmeyi deneyen bir çalışma yaptı. Anadolu Vicdanı adlı bir kitapçık hazırladı. Kitapçıkta hem bu konuda en çok gönderme yapılan dokuz enstantaneye hem de tüm süreçlere dair genel görüşleri içeren yazılara yer veriyor. www.aciktoplumvakfi.org.tr/anadolu_vicdani/ ve radikal.com.tr’den erişilebilecek kitapçığın önümüzdeki dönemde Kürtçeye çevrilmesi ve Kürtçe okur yazar olmayanların dinleyebilmesi için sesli versiyonunun da hazırlanması planlanıyor.
Vakıf, Anadolu Vicdanı kitabını neden ve nasıl hazırladığını anlatıyor:
“Özellikle ‘Demokratik Açılım’ süreci tartışılırken gördük ki ülkemizde konunun tarafları olarak görülen Kürtler ve Türkler, çektikleri acılara ve yaşadıklarına odaklanarak ve diğer tarafı bunlardan sorumlu tutarak konuya yaklaştılar. Oysa ki biz her iki tarafın da bu süreçte büyük kayıplar yaşadığını ve bu şekilde devam ederse de böyle büyük acıların yaşanmaya devam edeceğini hesaba katarak hareket etmeye ihtiyaç olduğuna inanıyoruz. Amacımız ülkemizde yaşayan 72 milyon insanın özellikle son 30 yılda yaşanan çatışma ortamında çekilen acıları anlayabilmelerine ve birbirleriyle empati yapmalarına katkıda bulunmak. Bu amaçla hem Kürt kökenli vatandaşlarımızın hem de Türklerin bu süreçte çektiği acıları ortaya koymak için bu konuyu düşünürken en çok gönderme yapılan ve hafızamızda yer etmiş olay ve olgulardan oluşan bir seçki yaptık. Farklı dünya görüşlerinden kişilerden görüşler aldık. Kürt sorununu ve daha nice badireleri aşarak herkesin başının dik olduğu, birbirinin neşe ve tasasına duyarlı olduğu bir ülke olmamızın en önemli ve en güçlü garantisi olduğuna inandığımız ‘Anadolu Vicdanı’ kitabımızın adı konusunda da bizim için esin kaynağı oldu. Bu vicdanın en berrak ifadesini de bu çalışmanın sonunda gördüğünüz Necdet İpekyüz ve Cemal Uşşak’ın sözlerinde bulduk.”
Bir anı
Diyarbakırlı yazar ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı Toplumsal Travma ile Başetme Koordinatörü Necdet İpekyüz, Anadolu Vicdanı’nda bir anısını paylaşıyor. 2000’li yılların başında ailesiyle Diyarbakır’dan otomobiline atlamış ve bir Karadeniz turu yapmaya karar vermiş. 21 plakalı otomobillerin Karadeniz’de pek de hoş karşılanmadığı bir dönem biraz da terdirgin bir yolculuk olarak hatırlıyor o günleri. Bir yaylada karşılaştığı Karadenizli ailenin evine konuk olduğunda yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
“Ahşap kapıdan içeri girdiğimizde duvarda asılı bir yeşil kap içinde Kuran, yanında bir çerçeve içinde bayrak ve bir asker fotoğrafı dikkatimi çekti. Farkında olmadan durakladım. Yaşlı amca bana döndü, ‘Bu fotoğraftaki oğlum’ dedi. ‘Dört yıl önce oğlum Şırnak’ta arazide mayın patlaması sonucu şehit oldu. İki kızımız var, onlar da evli ve İstanbul’da yaşıyorlar. Tek oğlum vardı. O ve üç arkadaşı mayın sonucu şehit oldu. Onun eşi, yani gelinim ve iki torunumla birlikteyiz. Yaz aylarında yaylaya çıkıyoruz, okul döneminde de Maçka’da kalıyoruz.’ Az önce dışarıda Kürtlerle ilgili yaşananları anlatırken tek mağdurun ve acı çekenin Kürtler olduğunu söylediğimi hatırlayınca, hepimizin bulunduğu yerden baktığını fark edip, yaşlı amca ve teyzenin büyük bir olgunlukla bizi dinlemesine ve itiraz etmemesine şaşkın kalmıştım. Duvarda asılı şehit fotoğrafı, sofrayı hazırlayan gelin ve çocuklarımla bahçede oynayan torunları düşününce mahcubiyetim artmış, yüreğim sızlamıştı. Eşimle üzgün üzgün bakıştık.”
İpekyüz, projede yer alma sebebini şöyle açıklıyor: “30 yıllık süreçte Kürtler ve Türkler olarak birbirimizden koptuk aslında. Kimse farkında değil. Eskiden Ege’deki tütün işçisiyle bir Hakkârili yan yana gelir, sohbet ederdi. Yeni kuşaklarda bu kalmadı. Onlar kafalardaki algılar üzerinden hareket ediyor. Kürt algısı, Türk algısı, Alevi algısı. Halbuki yan yana geldiğimizde ideolojilerin yarattığı o algıların yıkıldığını görüyoruz. Birbirimizi görmeli, konuşmalıyız, yöneticilerimiz buna engel olmaya çalışsa bile. Çünkü bizim toprakların bir vicdanı var.”
35 yıl önce
Gazeteci ve Yazarlar Vakfı Başkan Yardımcısı Cemal Uşşak’ın hikâyesi ise 35 yıl öncesine dayanıyor: “Bendeniz, içinde bulunduğum camia adına, İstanbul’un Kadıköy semtinde dört adet talebe evine nezaret etmekte idim. Buralarda ülkemizin muhtelif şehirlerinden gelen vatan evlatları kalmakta ve değişik fakültelere devam etmekte idiler. Bir gün bunlardan Göztepe’de olanını ziyaret etmiştim. Arkadaşlarımızdan ikisi, ‘ev nöbetçisi’ olarak mutfakta yemek hazırlamakta idi. Selam verip, hal-hatır sormak üzere yanlarına gittim. Aralarında derin bir muhabbete dalmışlardı. Ne var ki, kullandıkları dili ben anlamamakta idim. Varlığımı hissettirmek için yüksek sesle selam verdim. Suçüstü yakalanmışçasına geriye dönüp, ‘Ağabey kusurumuza bakma. Anamızın dilini özlemişiz de birkaç kelime Kürtçe konuşmak istemiştik. Bir daha konuşmayız’ dediler. Anasının dilini konuştuğu için kendilerini karşımda suçlu hisseden Bingöllü Mehmet’in ve Halim’in halleri yüreğimi burkmuştu. ‘Ne demek, bir daha konuşmayız? Ananızın dilini istediğiniz gibi konuşabilirsiniz’ dedim. Şaşırmışlardı. ‘Ama!’ dediler, ‘… Abi bize İstanbul’a geldiğimiz günü tenbihde bulunmuştur. Sakın ha Kürtçe kelime ağzınızdan çıkmayacak!’ diye. Sözünü ettikleri, daha büyük bir ağabeyimizdi ve üstelik o da Kürttü. ‘O, buralara karışamaz. Buraların sorumlusu benim’ dedim. Daha sonra kendisiyle konuştuğumda, gençlere zarar gelmesinden endişe ettiği için söz konusu ikazı yaptığını söylemişti. Sevinçlerini ve gözlerindeki ışıltıyı asla unutamam. Doğulu ve Güneydoğulu arkadaşların konuştukları Kürtçe on-on beş kelimeyi geçmezdi. Ama olsun, ana hasretiyle yanan yüreklerini soğutuyordu ya, yeterdi bu.”
Perspektif doğru
Uşşak’a göre Anadolu Vicdanı kitapçığının perspektifi doğru çünkü Kürt sorununu ancak bu bakış çözebilir. “Uluslaştırma ve milliyetçilik politikaları zihnimizde öyle yer etti ki ‘öteki’yle sağlıklı bir irtibat kuramaz olduk. Uzak diyarlardaki dindaşlarımızın dertlerine ağladık ama yanı başımızdakileri göremedik. İslamcılar ve dindarlar da bu tutumun dışında değildi. İnançlarımızla ters düşmek pahasına ırkçı perspektifin esiri olduk. ‘Gözler yalan söylemez’ diye bir laf vardır. Ötekiyle göz göze gelmemiz, onun sesini duymamız lazım” diyor.
Kaynak: Radikal Gazetesi 9 Nisan 2011