Kürt sorununda yeniden doğuş
Kürt sorununda yeniden doğuş
Sezgin Tanrıkulu Radikal İki 01/05/2011
Kürt sorununda kalıcı çözümün yolu, Kürt siyasetçilerin, kimliklerini açıkça ortaya koyup tüm Türkiye’nin sorunlarında söz sahibi olabilmesinden geçiyor.
Kürt sorunu, Türkiye’nin en kilit meselesi olarak on yıllardır hepimizin hayatını etkiliyor. Kürt sorununun özünde, Türkiye’nin tüm insan hakları sorunlarının izdüşümünü bulmak mümkün.
Kürt sorunu üzerine konuşulmamış hemen hiçbir şey kalmasa da, mesele çevresini saran bu kadar siyasi kutuplaşma içerisinde, Türkiye’nin “en siyasetsiz” kalan konusu oldu. Her ne kadar, Kürtlerin ağırlıklı olduğu yerlerde siyasi duyarlılıklar, yaşanan “yüksek gerilim” nedeniyle hep üst seviyede olsa da, devletten gelen baskı, her köşeyi tutan şiddet ortamı gibi etkenler politik çoğulculuğu engelledi.
Yaklaşık sekiz yıldır iktidarda olan AKP hükümeti, nihayet 2009’da, Kürt sorununun çözümüne yönelik harekete geçeceğinin sinyallerini verdi ve “açılım” adıyla anılan “barış süreci”, bu siyasetsizliğin kırılabileceği umudunu doğurdu. Ama sonradan anladık ki, önceden adımları kararlaştırılmış bir içeriğe sahip değildi, esasta “açılımdan” çok bir “siyasi göz boyama” süreci olduğuna işaret ediyordu.
Hâlâ güvenlik sorunu!
Kürt sorununun bu noktaya gelmesindeki en büyük sebep, devlet tarafından konuya hep bir “güvenlik sorunu” olarak yaklaşılmasıydı. Bu bakış açısı hâlâ da değişmedi. Geçtiğimiz haftalardaki iki gelişme, “her şeyin değiştikçe nasıl aynı kaldığını”, devlet mantığının hâlâ soruna yönelik bakış açısını değiştirmediğini ortaya koydu.
Geçen hafta su yüzüne çıktı ki, Skorsky firmasıyla imzalanan 3,5 milyar dolarlık helikopter ihalesiyle, Türkiye’ye hem yeni helikopterler satılacak hem de devletle işbirliği içinde yeni helikopterler üretilecek. Bu projenin arka planına baktığımızda, Ege Serbest Bölgesi’nde üretilecek helikopterlerin, ülkenin “öteki yakasını” vurmakta kullanılacağını öngörmek zor değil. Böyle bir proje için, son yılların en büyük devlet yatırımlarından biri yapılırken toplumsal barıştan nasıl söz edebiliriz?
Türkiye’nin silah harcamalarının 2010’da 16 milyar dolara yaklaştığı düşünülünce, bu kadar silahlanmayı neden gerçekleştirdiğimiz sorusu akla geliyor. “Ortadoğu barışı” için mi? 2020’ye kadar 640 milyar dolarlık silah harcaması yapmayı planlayan Rusya ile yarışa girmek için mi? Yine kendi vatandaşlarımızı öldürmek için mi? Bir “açılım” projesi olarak askeri helikopter üretmek için mi?
Öte yandan, 2009 Mart’ında başlayan KCK operasyonları sonucu hâlâ yüzlerce kişi hapiste. İktidarın büyük bir basiretsizlikle ve öngörüsüzlükle başlattığı bu siyasi operasyonlara bir de yargının hukuksuzluğu eklendi. Toplumun vicdanını yaralayan bu durum, çözümsüzlüğe olan inancı besleyen dinamik bir ortam yaratmaya devam ediyor. Nitekim geçtiğimiz hafta YSK’nın veto kararının bir anda bölgeyi ve tüm Türkiye’yi nasıl sarstığını ve siyasetin kurumlarının demokratikleşme konusunda bugüne değin çözüm üretmekten nasıl uzak kaldığını ve bunda ısrar ettiklerini gözlemledik.
Çözümün tek yolu
Kürt sorununda, kalıcı çözümün yolu, Kürt siyasetinin çoğulculaşması ve Kürt siyasetçilerin, kimliklerini açıkça ortaya koyarken, tüm Türkiye’nin sorunlarında söz sahibi olabilmesinden geçiyor. Kürtlerin, Türkiye’nin tüm temel sorunları hakkında söz sahibi olduğu, Kürt olmayanların da Kürt meselesinin çözümünü sahiplendiği gün, zaten ortada bir sorun da kalmayacak.
Türkiye’nin de, Kürtlerin de siyasette yeni bir soluğa, “gerçek açılımlara” çok ihtiyacı var. Bugün ana muhalefet partisi konumundaki CHP, Kürt sorununda son birkaç ayda, AKP’nin son 8 yılda ürettiğinden daha fazla proje önermeye, somut değişikliklere vesile olmaya başladı bile.
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Zafer Üskül’ün, Meclis’te kayıp kişilerle ilgili araştırma yapmak için kurulan alt komisyonun Cemal Kırbayır’ın akıbetiyle ilgili bilgileri açıklamasını ele alalım. CHP olarak, yılbaşının hemen ertesinde, 2011’in ilk günlerinde, Berfo ninenin de aralarında bulunduğu Cumartesi Annelerinin yanındaydık.
Meclis çatısı altında, halihazırdaki komisyonlardan daha geniş kapsamlı yetkiye sahip, dışarıdan uzmanların da bünyesinde yer alabileceği bir “Hakikatleri Araştırma Komisyonu” kurulmasını önermemizin ertesinde, Cumartesi Annelerine yalnız olmadıkları mesajını vermiştik. Bundan bir ay sonra, Başbakan Erdoğan da Cumartesi Anneleriyle görüştü ve partisinin sekiz yıllık iktidarından sonra, onların hikâyelerini ilk kez duyduğunu söyledi. Bizim önerdiğimizin epey “alt modeli” olan geçici bir Komisyon’un da Meclis çatısı altında kurulması için adımlar atılmaya başlandı.
Cemil Kırbayır’ın annesi, 103 yaşındaki Berfo nine, oğlunu gözaltında işkence sonucu kaybetti. Üstüne üstlük 31 yıl oğluna ne olduğunu bilemeden eziyet içinde yaşamak zorunda bırakıldı. Onun işkencesi de 31 yıl sürdü. Başbakan’ın sekiz yıllık iktidarında bu gibi bir hikâyeyi ilk kez duyması, herhalde AKP’nin insan haklarına olan duyarsızlığından kaynaklanıyordu. Keza, yıllar önce kurulmuş olması gereken Hakikatleri Araştırma Komisyonu’nun bir TBMM İnsan Hakları Komisyonunun altında meclis komitesi şeklinde alelacele oluşturulması için iktidarın, sonunda “meydanı CHP’ye bırakmamak” için harekete geçmesi de bir vicdani çıkış değildi.
Buna rağmen, bazen Türkiye’de olan biten her olumsuzluktan, yürütme gücünü elinde bulunduran iktidar partisi değil de, CHP sorumlu tutuluyor. CHP’nin tam olarak neyi önerdiği, ne sunduğu tartışılmadan eleştirilmesi, Türkiye siyasetine bir şey kazandırmıyor. Kürt sorununa artık, tüm Türkiye ortaklaşa ve insan hakları perspektifinden eğilmeli ki çözüme doğru nihayet ilerlenebilsin.
Bir Kürt, kimliğini ortaya koyarak bir kitle partisinin İstanbul’dan adayı olabilsin, bir Türk de aynı şekilde Diyarbakır’dan… Siyasi Partiler Yasası ve Seçim Yasası’ndaki kısıtlamalar, hâlâ Kürtlerin kendi kimlikleriyle siyaset yapmalarını engelliyor. Dolayısıyla siyasette çoğulculuk, demokratiklik ve açıklığın yerine takiye yapmayı, olduğundan farklı görünmeyi ve sonuç olarak kısır döngüyü egemen kılıyor.
Aksinin “doğru” olduğunu, çözümün yolunu açacağını söylemek, içinde gizli bir ayrımcılık içeren bir tavırdır. Gettolaşmayı, kamplaşmayı teşvik eden bir yaklaşımdır.
İstanbul, Türkiye’nin Kürt vatandaşlarının en büyük nüfus yoğunluğunu barındıran ili olarak belki de Kürt sorununun merkezi. Kürt sorunu ve özgürlükler, hepimizin ortak sorunu. Şunun unutulmaması gerek ki, Kürtlerin, Türkiye’nin temel insan hakları sorunlarına dair ülke siyasetine açabilecekleri birçok yeni ufuk var.
Siyasette, her şeyden önce bir insan hakları açılımı yapılması gerekiyor. Bu da, ancak duraklama dönemine giren demokratikleşme, reform sürecini yeniden başlatabilmek için Kürtler ve Türkiye’nin tüm vatandaşlarının kendi kimlik ve siyasi bakış açılarından ödün vermeden çoğulcu bir siyasi hayata, siyasi bakışa kavuşmasıyla, yani siyasetin kendi içindeki vesayetleri kaldırmasıyla mümkün.
SEZGİN TANRIKULU:CHP Genel Başkan Yardımcısı