İdeal çıkış yolu: AB ile ‘reset’
Kadri Gürsel 16 Mayıs 2011 Milliyet Gazetesi
İdeal çıkış yolu: AB ile ‘reset’
AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Stefan Füle Milliyet’in Brüksel Temsilcisi Güven Özalp’e iyimser konuşmuş. Cumartesi günkü Milliyet’te okumuşsunuzdur.
Demiş ki, “Seçimlerden sonra oluşacak hükümetin (üyelik) sürecini devam ettirme konusunda kararlılık göstereceğinin yanı sıra yeni bir ivme yaratmamıza yardımcı olacağına da inancım tam”.
Füle’nin, yaratılmasına Ankara’nın yardım edeceğine tam inanç duyduğu ivmenin ne olduğunu görmemiz için önce Güven Özalp’in sorusunu okuyalım:
“Müzakereler öyle bir aşamaya geldi ki ortada bir nehir var ama karşıya geçecek köprü yok. Size de öyle gelmiyor mu?”
Füle cevaben, “Ben birden fazla köprü görüyorum. Nehri geçmek için hangi köprünün geçileceği önemli” demiş ve köprü tercihini şöyle anlatmış:
“Mesela Ek Protokol köprüsü geçildiği an askıdaki 8 başlığın açılması mümkün olur… Seçimler sonrası bize en yakın olan köprüyü geçip bu nehri geçebileceğimizi düşünüyorum.”
“Ek Protokol köprüsünün geçilmesi”, Kıbrıs Rumlarına Türk deniz ve hava limanlarının açılması oluyor.
Teknik ifadesiyle, Türkiye’nin, AB ile ilişkilerinin hukuki temelini oluşturan 1963 tarihli Ankara Anlaşması’nı 1 Mayıs 2004’te AB’ye üye olan ülkeleri kapsayacak şekilde genişleten “Ek Protokol”ü Rum Kesimi’ne de uygulaması… Türkiye bu hususta taahhütte bulundu. Aksi takdirde AB’den müzakere tarihi alamazdı.
Bir taahhüt de AB Konseyi tarafından verilmişti. KKTC üzerindeki izolasyonları bir nebze olsun hafifletecek “Doğrudan Ticaret Tüzüğü”nün uygulanması hususunda… O da Rum vetosu nedeniyle hayata geçemiyor.
Türkiye, Doğrudan Ticaret Tüzüğü uygulanmıyor diye Rumlara limanlarını açmıyor. Oysa bu ikisi arasında hiçbir hukuki ilişki yok; tamamen bağımsız konular. Ancak, Türkiye tarafından kurulmuş bir siyasi neden-sonuç ilişkisi var.
Siyaset konu olunca, aklıma nisan ayında Ankara’da katıldığım bir toplantıda iki değerli emekli Türk diplomatının veciz sözleri geldi. Biri, “Dış politika her gün değişen dünyada çelişkileri yönetme sanatıdır” demişti. Öteki de, “Dış politika, hayal kırıklıklarının yönetimidir” diyerek tarife bir başka derinlik katmıştı.
Kendileri için nahoş bir sürpriz olmaz ise 12 Haziran seçimlerini kazanması beklenen AKP’yi ve onun liderini kastediyorum… Bir an için kendilerini Stefan Füle’nin sözünü ettiği “Ek Protokol köprüsü”nün önünde hayal edip yukarıda aktardığım veciz sözlerin ışığında biraz düşünseler…
Düşünmek için vakitleri de var üstelik. Çünkü görünen o ki, 2014’e kadar seçim yok Türkiye’de.
Şu an gerçekten de Türkiye’nin içeride rahatlamaya, korkudan, kuşkudan arınmaya ihtiyacı var. Büyüyen demokrasi açığını kapatmanın yegâne çaresi, despotik “Ankara kriterleri”nin yerini 2003-2004’te olduğu gibi yeniden “Kopenhag Kriterleri”nin almasıdır.
“Arap Baharı”nın etkisiyle daha da kesif bir hal alan dış politikadaki tıkanıklıkların açılması için Türkiye’nin giderek Ortadoğululaşan kimliğini, “bölgenin tek Avrupalı ülkesi” olarak rehabilite etmesine de ihtiyacı var.
Bu şartlarda, AB sürecinin canlandırılmasından daha iyi bir çıkış yolu yoktur.
AB içinden Türkiye’ye tam üyelik dışında alternatif önerenlerde de bir şevk kaybı var. Mesela Fransız diplomasisi, bir işe yaramadığını görmüş olmalı ki “ayrıcalıklı ortaklığı” artık gündemden düşürmeyi tercih ettiğini söylüyor.
Amaç AB sürecini canlandırmaksa, Türkiye 12 Haziran seçimlerinden sonra “Ek Protokol köprüsü”nden geçmeyi bilmelidir. Hem de karşılığında “Doğrudan Ticaret Tüzüğü” üzerindeki Rum vetosunu kaldırtmayı başaramamış olarak. Ne de olsa dış politika hayal kırıklıklarının ve her gün değişen çelişkilerin yönetimidir.
Fakat Türkiye Rumlara limanları açmanın karşılığında çok daha fazlasını istemelidir AB’den. Her yönüyle yeni baştan düşünülmüş, siyasi yönleriyle birlikte enine boyuna tartışılmış, sürdürülebilir bir müzakere süreci… Belki de geniş bir Türkiye-AB konferansının toplanması gerekecektir bunun tasarımı için.
Kısacası, “reset”. Türkiye-AB ilişkilerinin bir “reset”e, yani yeniden başlatılmaya ihtiyacı var. Bu kez “ucu açık” olarak değil ama… Gölgelenmemiş bir tam üyelik perspektifiyle…