Hep endişe ile siyaset yapılamaz
‘Hep endişe ile siyaset yapılamaz’
EZGİ BAŞARAN
19/06/2011 Radikal Gazetesi
Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi, siyaset bilimci Prof. Ayşe Kadıoğlu “Endişeli modernler elbette haklarını koruyacak. Ancak sürekli endişeyle siyaset yapmanın bir anlamı yok” diyor.
Sağ muhafazakâr oylar neden AK Parti’de birleşti?
Gerek daha dindar bir seçmen tabanına hitap etmesiyle gerekse de sosyal adalet konusunda hak taleplerine değil de hayırseverlik söylemine vurgu yapmasıyla tipik bir muhafazakâr parti. Ancak AKP bir yandan da değişimci bir muhafazakâr parti. Bence başarısının sırrı da burada. Değişim ve muhafazakârlık birlikte olamaz gibi görünüyor ama AKP yıllardır bunu yapıyor. Bir yandan toplumda zaten yaygın olan aile, namus ve başka geleneksel değerleri el üstünde tutuyor, bir yandan da son derece pragmatik bir yaklaşımla Türkiye’de bir değişimin öncülüğünü yapıyor. Bu değişimin sosyolojik anlamda en önemli öğesi kentli orta sınıfların yaşam standartlarındaki yükselmedir. Türkiye bir yandan tüketim toplumu haline gelirken, bir yandan da geleneksel değerlerini muhafaza ediyor. Son 10 yılda, Türkiye, shopping mall’larda başörtülü ve başörtüsüz kadınların yan yana kabinlerde kıyafet deneyip, birbirine fikir verdiği bir ülke haline geldi. Bunu çok önemsiyor ve devamını diliyorum.
AK Parti’ye sadece muhafazakârlar mı oy veriyor?
Hayır. Bazı Kürtler, bazı liberaller, referandumda “yetmez ama evet” diyenlerin bazıları da AKP’ye oy verdi. Ancak, elbette ki esas tabanı muhafazakâr bir tabandır. Sanırım 8 yıllık iktidardan sonra, bu tabanın “İslamcı” değil de “muhafazakâr” olduğu anlaşıldı. AKP son derece profesyonel çalışan ve vatandaşa hizmet götürmek konusunda ciddi iddiaları olan bir siyasi parti. Sağlık hizmetleri, konut yardımı, ulaşım hizmetleri konusunda başarılı bir grafiği var. Değişim, geleneğe bağlılık, tüketim kültürü, hizmet, profesyonellik: AKP’nin başarısının sırrı bunların birlikteliği.
Bu seçimde MHP, CHP, AKP ve BDP dışındaki irili ufaklı partilerin yok olması gelecekle ilgili bize ne söylüyor?
Meclis’teki siyasi parti sayısını seçim sistemi belirler. Diğer irili ufaklı partiler bu seçimde değil çok daha önce elenmişlerdi. Elbette ki yüzde 10 barajı etkilidir. Ancak baraj yüzde 10 değil yüzde 5 olsa da bu partiler eleneceklerdi. Türkiye’de seçmen “oyunu boşa harcamamak” gibi bir konuyu dert ediyor ve başarılı olamayacak partiye oyunu vermiyor. Oy verirken bile neyi istediğinden çok ne yaparsa kendi istediğinin kazanacağını düşünebiliyor. Satranç oynar gibi oy veriyor.
AKP oyların yüzde 50’sini aldı, peki geri kalan yüzde 50 kim? O yüzde 50’den birkaç profil çıkarabilir misiniz?
Bir tanesi şöyle: AKP’nin seçim sürecinde öne çıkardığı milliyetçi profili geçici gören ve AKP’nin aslında Kürt açılımı, alt-kimlik, üst-kimlik gibi konuları gündeme getiren, yani bölünmeye çanak tutan bir parti olduğunu düşünen, bölünme korkusundan mustarip şahıs. Bu şahıs sanırım oyunu MHP’ye vermiştir ama CHP de olabilir.
Başka?
Yaşam biçimini tehdit altında gören, AKP iktidarı sürerse zorla başının kapatılacağını sanan, AKP’ye oy verenlerin bidon kafalı olduğunu düşünen ve bir başka yaygın korku olan şeriat korkusundan mustarip şahıs. Bu şahıs oyunu CHP’ye vermiştir. Tabii CHP’deki değişimi ciddiye alıp MHP’ye de vermiş olabilir.
Bu ikisinin ortak noktası korku mu? Neyin korkusu?
Devlet elden gidiyor korkusu. Hep söylüyorum: korku ile kalkan ırkçılık ile oturuyor. Korku ile yola çıkınca ister istemez ayrımcı bir dil öne çıkmaya başlıyor. Oysa yola temel haklara ve farklılıklara saygı diyerek çıkmak gerek. Dikkat edin sadece farklılık demiyorum, temel hakları da söylüyorum. Yani yaşama hakkı, düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve bununla ilişkili olarak anadilde konuşma hakkı, adil yargılanma hakkı, zorla çalıştırılmama, işkenceye karşı korunma hakkı… Birlikte yaşamak ancak temel haklara ve farklılıklara saygı ile mümkün. Umarım kendi çitlenmiş adacıklarında değil de, kendisinden farklı olanlar ile temel haklar zemininde birlikte yaşamayı isteyenlerin sayıca arttığı günler gelir.
AK Parti’nin seçim sürecindeki milliyetçi söylemi ona hiç oy kaybettirmedi mi sizce?
Tabii. Bir başka profil ise AKP’nin zikzaklarından yorulmuş, AKP’ye güvenmeyen, köyü yakılmış, evini yitirmiş, yakınlarını faili meçhullere kurban vermiş, anadilde eğitim hakkı isteyen Kürtler olabilir. Onlar da AKP’ye oy vermediler. Ancak tabii AKP’yi destekleyen Kürtler de var.
Beyaz Türk yahut da Endişeli Modern tanımlamalarına karşılık gelen kesimin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Ben bu kesimin artık bir gerçeği görmesini isterim: Herkesin birbirine benzemesi demokrasi düşüncesi ile bağdaşmıyor. Elbette ki bunlar tercihtir. Kimse istemediği ortamlarda yaşamaya zorlanamaz. Zaten ben de bu yüzden temel haklar ve farklılığın birlikteliğinden söz ediyorum. Ancak demokratik toplumlarda farklı yaşam biçimlerinin olması gerekir. Bunların varlığı sağlıklı bir yapının işaretidir. Bireylerin temel hakları el üstünde tutulduğu müddetçe, farklılıklar zenginliktir. Özetle, demek istediğim şu: endişeli modernler, endişeye mahal verecek bir durum olduğu zaman elbette ki seslerini çıkaracak, bireysel hakları koruyacaklar. Ancak sürekli bu endişe üzerinde siyaset yapmanın bir anlamı yok. Siyasette “yaşam biçimi” dışında konular da var. Benim “yaşam biçimi” konuları dışında bazı endişelerim var.
Ne gibi endişeler?
Örneğin, bu ülkede hâlâ zorunlu askerlik olması beni endişelendiriyor. Bu ülkede çevremdeki insanlar arasında ırkçı, ayrımcı bir dili bu kadar pervasız bir şekilde kullanan insanlar olması beni endişelendiriyor. Bir kadın olarak gecenin bir yarısı sokağa çıktığımda yanımda ille de beni “koruyup kollayacak” bir erkek olmasının gerekmesi beni endişelendiriyor; ki bu AKP iktidarı öncesinde de böyleydi, hâlâ da böyle… Erkek egemen bir toplum burası; AKP’li veya AKP’siz bu böyle. Ben korunmak kollanmak istemiyorum; haklarıma saygı duyulsun istiyorum. Zaten başımıza ne geliyorsa koruyup kollayanlardan geliyor, öyle değil mi?
CHP için devletin partisi derlerdi, devletin yeni partisi artık AKP mi?
AKP devlete meylediyor etmesine. Mesela 2006’da çıkan Terörle Mücadele Yasası, bir devlete meyletme yasasıydı. AKP zaman zaman hayatta kalabilmek için devlete meylediyor. Bunun alışkanlık yapmamasını diliyoruz. Ancak yine de devletin partisi olma payesini CHP AKP’ye kaptırmaz. O paye kayıtsız şartsız CHP’nindir. Ne de olsa, 27 Nisan 2007’de, Genelkurmay Başkanlığı’nın web sitesinde beliren muhtıraya sahip çıkmış bir siyasal partidir. Her siyasi partinin ulaşamayacağı bir mertebedir bu. Ben bir utanç anı olarak bu tavrı unutamam. Ancak haksızlık etmeyeyim, CHP’de ciddi bir değişim çabası var. Bu değişim ile CHP uçmaya hazırlandı ancak Ergenekon sanıklarını milletvekili adayı göstermesi gibi kendi ayağına bağladığı gülleler yüzünden uçamadı.
Bugünün Türkiyesinde devletin manası ve vatandaşlar için kapsama alanı nedir?
Türkiye’de devletin bir milleti vardır. Hatta ben şuna inanıyorum: Türkiye’deki milliyetçiliklerin farklı versiyonlarında ortak olan bir nokta devleti korumaya verdikleri önemdir. Türkiye’de devlet hep vatandaşa gölge etmiştir, kendi kanatları ile uçmasına engel olmuştur. Mesela bir hak verilecek ise onu da o vermek istemiştir. Bence bugün başka bir noktadayız. Özneleştik, etkinleştik. Her istediğimiz olmuyor belki ama kendi anlayışımızı kullanma cesareti edindik. Beğenin beğenmeyin, muhafazakârlarında bunda etkisi oldu.
Ne gibi?
Biz demokratlar olarak, muhafazakârlarla askeri vesayetle mücadele etmek ve etkinleşmek noktasında birleştik, ancak konu dindarlık ve milliyetçilik olunca ayrıldık.
Devletin nefesini ensemizde hissetmediğimiz bir anayasanın ana hatları ne olabilir?
Birincisi: 66. maddede vatandaşlık tanımındaki etnik vurgu kalkmalı. Ben bu konudaki düzenlemelerin “değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen” 3. maddeyi de yeniden gözden geçirmesi gerektiğini düşünüyorum. İkincisi: Anayasa’da hak ve ödevlerin arasındaki bağın kırılması gerekiyor. Örneğin 12. madde. Temel haklar, ödevler ile bağlı olmaz. Zaten o zaman onlar temel hak olmazlar. İnsanlar zanlı da olsa, sanık da olsa, mahkûm da olsa ve ödevlerini yapmamış bile olsalar hakları vardır.
Haklar, ödevlerini yapanlara mahsus değildir. Özetle, hak temelli bir anayasa ana hatlardan biri olmalı. Üçüncüsü: Türkiye’de dini devletin içinden çıkaralım derken devlet fazlasıyla dinin içine sokulmuştur. Bunun değişmesi gerekir. Örneğin, zorunlu din dersleri olmamalıdır.
Kemalizm de kadını önemsemedi
Başbakan, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın adını “Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı” olarak değiştireceğini söyledi. Bunun hem pratikte hem de simgesel açıdan anlamı nedir?
Bu son derece yanlış. Ben bakanlığın isminden “Aile” ifadesinin atılmasını umarken, “Kadın” ifadesinin atılması yanlış yönde bir değişiklik. Bu elbette ki açıkça muhafazakâr bir tercihtir. AKP geçmişte kadın örgütleriyle birlikte çalışmayı, onların sözünü dinlemeyi de başarmıştı. Şimdi bu geriye doğru bir adım. Kadının aile içinde tanımlanması kabul edilebilir bir şey değil. Kadın bireydir. Varlığı aile içinde tanımlanamaz. Bu konunun benim gözümde lamı cimi-herhangi bir tartışması- yoktur.
Yine AKP’nin hazırladığı “Aile Vizyonu 2023” raporunda ‘hukuk devletinde kurumsal aile yapısının temeli olan hukuki bağ (nikâh)’ vurgulanıyor ve nikâhsız birlikteliklerin önüne geçileceği söyleniyor… Bu zihniyetten tedirgin olmakta haksız mıyım?
Haksız değilsiniz. Kadının hukuki varlığının bireysellik üzerinden tanımlanması gerekir. Biliyorsunuz, kadınların bir nüfus hanesi bile yok. Ya babalarının ya da kocalarının nüfusuna kayıtlılar. Bu beni yıllardır rahatsız eder.
Hatta ben gurur kırıcı buluyorum…
Nikâha atfedilen önem de beni rahatsız eder. Eşcinselliğin hastalık olarak görülmesi de… “Yok hastalık değil ama günah” denilmesi de. Çünkü muhafazakâr değilim. Ancak Türkiye’yi şu anda yöneten hükümet muhafazakâr. Bunu da hiç gizlemiyor. O zaman muhafazakâr olmayanlar da mücadelelerini sürdürürler. Asıl sorun bu mücadele sürdürülemiyor ise vardır. Ben o zaman tedirgin olurum. Farklı sesler çıktığı, çıkabildiği müddetçe tedirgin olmam. İktidarda ille de benim tercihlerimi yapan bir hükümet olması gerekmez. Karşılıklı saygı önemli. Fakat Kemalizm de kadınların bireyselliğini, cinselliğini önemsemedi. Türkiye’de 1970’lerin sosyalizmi de kadınlara ikincil işleri yapan bacılar olarak baktı. Kadınların birey olarak kendilerini ortaya koymaları 1980’lerde oldu. Bu güçlü hareketi geri döndürmek artık o kadar kolay değil.
Ayşe Kadıoğlu kimdir?
Siyaset bilimci ve Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi. Boston Üniversitesi’nde siyaset bilimi doktorası yaptı. Uluslararası alanda çok sayıda araştırmaya imza atan Prof. Kadıoğlu’nun araştırma alanları milliyetçilik, uluslararası işçi göçü, kadın ve İslam, vatandaşlık, faşizm, liberalizm olarak sıralanabilir.