Hatip Dicle Olayındaki ikilem
Hatip Dicle ikilemi
AKİF BEKİ
23/06/2011 Radikal Gazetesi
Benim açımdan mesele gün kadar aşikâr; BDP’li seçmenlerin demokrasi emaneti, gönderildiği yere salimen teslim edilmeli.
YSK kararını verdi, Hatip Dicle’nin adaylığı düştü. Ahmet Türk başkanlığındaki DTK “Bu kararı tanımıyoruz’’ dedi. Sıra, BDP desteğiyle seçilen diğer bağımsız adaylarda. Onlar ne yapacak; Meclis’e gelecekler mi, yoksa DTK’nın boykot çağrısına uyup mazbatalarını yakacaklar mı?
Önce adaylığı YSK’da, sonra da hakkında verilmiş bir mahkûmiyet kararı Yargıtay’da kesinleşti. Ama seçimi de kazanmış oldu bu arada. Hatip Dicle ikilemi budur. YSK’nın doğru bir kararı geciktirmesinden kaynaklanan bir açmaz.
Fakat insaf! YSK’nın hangi mülahazalarla böyle bir zamanlama hatasını göze aldığı belli. Kaçınılmaz bir hukuki sonucun listelere yansımasını, bilinçli olarak erteledikleri görülüyor. Keyfi bir tehire benzemiyor bu. Ya da tartışmalı bir durumun varlığından yahut dosyanın hukuki karmaşıklığından kaynaklanmışa hiç benzemiyor. Seçim güvenliğini tehdit eden tepkilerden çekindikleri açık.
Sanki seçimden önce, yani Yargıtay’dan karar çıkar çıkmaz Dicle’nin adaylığını düşürmüş olsalardı, DTK’nın tepkisi daha mı farklı olacaktı?
Seçmenin hakkı
Selahattin Demirtaş, seçim sonuçları üzerine şöyle bir açıklama yapmıştı: “Bana, BDP’ye verilen oyun ne anlamı olduğunu soruyorsunuz. Tabii bizler söylemlerimizde demokratik özerkliği, barışı, Öcalan’ın serbest kalmasını savunduk. Ama en nihayetinde demokratik siyaseti savunduk. Burada verilen oy, demokrasiye verilen oydur…’’
Aynı fikirdeyim Selahattin Demirtaş’la. Öyleyse, mesele Hatip Dicle’nin hakkını müdafaa meselesinden
ibaret değil. Mesele, BDP destekli bağımsız adaylara oy veren seçmenlerin hakkını koruma meselesi olmalı aynı zamanda. Demokrasi davasını bir adayın hukuki engeline indirgemek, sandıkla inatlaşmaya, mazbata yakmaya her an bu kadar yakın durmak sorunlu geliyor bana.
BDP’nin Meclis’ten çekilmesini doğru bulmuyorum. Meclis’e gitmemek hiçbir şeyi çözmüyor. Meclis’i tanımamak ise maksadı daha da aşan bir tavır.
YSK’nın haklı tenkitlere açık tek noktası, kararı seçim sonrasına bırakarak bir demokrasi dilemmasına yol açmasıdır. Ama seçim güvenliğini riske atmaktansa bu yolu tercih ettiği de tartışmadan vareste.
BDP’nin seçilmişlerini sivil siyaseti onurlandırmaya çağırıyorum her fırsatta. Eleştirel bakışımın altında hep aynı kaygılar var. Şiddet ve silahın karşısına bir alternatif olarak demokratik mücadeleyi çıkarıyorlar mı çıkarmıyorlar mı?
Haklarını meşru siyaset içinde aramaları, demokrasinin işlemesine fırsat vermeleri için BDP’lilere mütemadiyen söylenirken, Hatip Dicle ikilemine tavırsız kalmam kendimle çelişmek olur.
Seçime girmesine mani olunmadığı halde, Hatip Dicle’nin seçildikten sonra Meclis’e girmekten alıkonması, demokrasinin faziletleri adına gurur duyulacak bir tablo değil elbette.
Emanet Meclis’e
Ancak kabul edelim ki, YSK Hatip Dicle’ye seçmen tarafından verilen vizeyi mecburen geçerli saymadı. Geçersiz bir adaylığa verilmiş oyları da geçersiz kıldı böylece. Kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı vardı ortada. Ve geç kalışının sorumluluğu, malum sebeplerle tek başına YSK’ya verilemez. Üstüne, tutup diğer mazbataları da yakmak, BDP’lilerin eldeki geçerli oyları da kendi elleriyle yakmalarından farksız.
Benim açımdan mesele gün kadar aşikâr; bağımsızların mazbatalarına sahip çıkmak, demokrasiye sahip çıkmaktır. Seçilmişlerin Meclis’e gitme zorunluluğunu savunmak, tercihini onlardan yana kullanan seçmenlerin oy hakkını savunmaktır.
BDP’li seçmenlerin demokrasi emaneti, gönderildiği yere salimen teslim edilmeli. Sandıklara yazılı adres Meclis’tir, teslimatı gerçekleştirmek de seçilenlerin sorumluluğu. Bağımsız adayların üzerlerinde taşıdığı 2 buçuk milyon kadar oy, yolda herhangi bir kazaya uğratılmadan Meclis’e ulaştırılmalı mutlaka.