Fransız kalmak
Güneri Civaoğlu 14 Nisan 2011Milliyet Gazetesi
Bir Fransıza en büyük hakaret “sen anlamazsın” tavrını koymaktır.
Türkiye’de ise sebebi nedir bilinmez ama konuyu anlamayana, dışında kalana “Fransız kaldı” denir.
Hatta “kalın kafalı olduğu” yargısının kısa ifadesi “adam Fransız” sözcükleridir.
Edebiyatta, resimde, tiyatroda, heykelde, mimaride, felsefede kültürün, yaratıcılığın, aydınlanmanın “rahmi” olmak iddiasındaki Fransızlara sövsen bu kadar etkili olmaz.
Burnundan kıl aldırmayan, tüm dünyaya tepeden bakan Fransız eğer “Fransız kalmak” sözcüklerine tepki vermiyorsa biliniz ki ciddiye bile almamıştır.
Fransızlar komşu Belçikalılara “Belçikalı kalmak” merceğiyle bakarlar.
“Zor anlayan, hatta anlayamayanlardır” onların gözünde Belçikalılar.
O nedenle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Avrupa Konseyi Meclisi’nde bir parlamenterin Türkiye ile ilgili sorusuna verdiği “Fransız kalmışsınız” sözcükleri, herhalde konuşmanın tümünden fazla iz bırakmış olmalı.
Hele bunu Türkiye Başbakanı’nın söylemesi…
Çünkü…
Fransızlar arasında da Türklerin zekâ ve entelektüel kapasitesini aşağılayan söylemler vardır.
TÜRK KAFASI
Örneğin…
Kendi aralarında tartışırken karşı tarafın söylenenleri anlamadığını ifade etmek için “Türkçe mi konuşuyorum, neden anlamıyorsun” derler.
Bir de “Türk kafası” dedikleri bir stres atma düzeneği vardır Fransızların.
Tahtadan bir koca kafa… Helezon şeklinde yayla bir kaideye çakılmış.
Fransız avuç içiyle tahta kafaya ensesinden bir tokat patlatır.
Darbeyi alan tahta kafa ileri geri bir süre sallanır sallanır durur.
Ardından tahta kafaya bir tokat daha.
Eski tarihlerde yaygınmış.
Hatta Fransa’da daha yenilerde “Türk kafası (Tete de Turc)” adlı bir saçma sapan film de yapıldı.
Başbakan Erdoğan’a Avrupa Konseyi Meclisi’nde soru soran Fransız parlamenterler kimse kuşku duymasın bu “Türkçe mi konuşuyorum, neden anlamıyorsun” söylemini yaşamları boyunca kullanmışlardır, “tahta kafaların” tokatlandığını, büyüklerinden dinlemiş, kitaplarda okumuşlardır.
Fransız gerçeğiyle tam örtüşmese bile gene de “Türkiye’ye Fransız kalmışsınız” sözünün telaffuz edilmemesi belki daha diplomasi özenini yansıtırdı ama madem söylendi “içimi serinlettiğini” belirteyim.
O söz Strazburg’daki salonla sınırlı kalmayacak, gazete ve TV’lerle Fransa’da “ilginç polemik malzemesi” olarak yankılanacaktır.
Fransızlar kendileri hakkında hiç alışık olmadıkları bu yorumun rahatsızlığını hissetsinler biraz.
Fransa’da okudum.
Sık sık Fransa’ya giderim.
Şarap bağlarından, güney sahillerine, karlı dağlarına kadar çoğu yöresine gittim.
İnsanlarıyla konuştum.
İnanın ki sinir uçlarına iğne etkisi yapacaktır.
SARAY KAFASI
Ancak Fransıza kızarken kendi yaralarımızı da hatırlayalım.
Sarayda Çerkezler, Sırplar, Rumlar, Ukraynalılar, Ruslar her milletten devşirmeler gözdeydi.
Türkler için “etrak-ı biidrak” söyleminin yaygın olduğu bilinmeyen şey değil.
Yani…
“İdrakten yoksun Türkler…”
Türklüğü, Türk ulusunu bugünkü konumuna taşımak konusunda da Atatürk’e borçluyuz.
ABD BÜYÜKELÇİSİ İÇİN
ABD Büyükelçisi diğer demokrasiler ve demokratik odaklar gibi Türkiye’deki basın özgürlükleri için doğru eleştiriler yapıyor.
Ancak…
Bu eleştirilerin ülkenin başbakanıyla kişisel polemiğe dönüşmesi yanlış.
Toplum “aidiyet nedeniyle” kendinden olanın yanında yer alır.
Bu doğal bir refleks.
Büyükelçi polemiklere girmeden aynı konuda duyarlığını ifade ederse çok daha etkili olur.
Büyükelçi özdeyişlerine bile hâkim olduğu Türkçeyi konuşma şehvetine kaptırıyor olabilir kendini…
Örneğin…
“Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu…”
Ama…
Orada kalmalı, başbakanla karşılıklı polemik konumuna geçmemeli.
Konu asıl ağırlığından başka zemine kayar.
Diplomatik magazin malzemesi olur.
Kural “just to the point”, amaç “özgür basın” değil mi?