Erdoğan’ın zaferi ve yeni anayasa
Kadri Gürsel.
13.06.2011 Milliyet Gazetesi
Erdoğan’ın zaferi ve yeni anayasa
Ülkenin geleceği açısından 12 Haziran 2011 seçimlerinin en can alıcı konusu yeni anayasanın akıbetiydi. Bu husustaki değerlendirmenin ölçüsü de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP’siyle birlikte seçimi çok mu ya da az mı kazanacağıydı.
Çünkü parlamenter demokrasimizin kaderi bu ikilemin içine hapsedilmişti.
“Çok kazanmanın” çıtası, parlamentoda 367’nin üzerinde sandalye elde etmekte duruyordu. Az kazanmanınki de 330’un bir hayli altında, 300 civarında.
Şimdi 367’yi tutturamadıkları için, muhalefete danışmayıp halka da sormadan öncelikle kendileri için dizayn ettikleri bir “yeni anayasa”yı geçiremeyecekler.
MHP’yi yüzde 10’un altına indirebilseler rahatlıkla geçireceklerdi. Amma ve lakin seks kaseti komploları serisiyle MHP’yi düşürmek mümkün olmadı.
Herhalde artık röntgenci siyaset mühendisleri çetesinin yönetmen ve yapımcıları bir durum değerlendirmesi yaparlar ve bu politikacı pornosu işini bırakırlar diye düşünüyorum. Bakın işte bir halta yaramadığı kanıtlandı.
Az kazansalardı anayasa konusuyla ilgili iki seçenekleri olacaktı.
Birincisi mevcutla devam etmekti ki Başbakan, son anda ağız değiştirmek gereğini hissetmiş olsa da bu yöndeki niyetini itiraf etmiş bulunuyordu…
İkincisi de, katılımcı süreçlerin sonucunda hazırlanmış, mutabakat tabanı geniş, çoğulcu ve özgürlükçü yeni bir anayasa için siyasi ve toplumsal aktörlerle hakiki bir müzakere başlatmak olurdu…
Mamafih, her iki seçmenden birinin oyunu alarak, otoriter eğilimlerinin kitle tabanını daha da tahkim etmiş bir AKP lideri hakkında gerçekçi bir beklenti olamaz bu… Sadece aşırı iyimser bir temennidir.
Gelin görün ki Erdoğan’ın AKP’si bu seçimde ne çok kazandı ne de az… Türkiye’nin sıkıştığı tarihi ikilemin tam ortasında duruyor AKP. Az ya da çok kazanmanın ortasında.
Orta karar kazanmış olmak da yeni anayasa hususunda kendisine iki, hatta üç seçenek sunuyor.
Bu arada, yüzde 50 oy almış bir Başbakan Erdoğan’ın gönlünde yatan aslanın peşinden giderek başkanlık sistemi için şansını sonuna kadar zorlayacağını öngörmek gerekir. Siyasi kişiliği onu bu yola adeta mahkûm ediyor.
Transfer müessesesini çalıştırıp ihtiyacı olan en az beş, ihtiyaten daha fazla sayıdaki milletvekilini saflarına kattıktan sonra, diğer partilerle konuşmayı denemiş ama başaramamış gibi yapıp hazırlayacağı anayasayı referanduma götürmek birinci seçeneğidir.
Kafasında başkan olup iktidarı kimseyle paylaşmamak bulunan bir Erdoğan bu yönde eyleme geçecekse işini şansa bırakmaz ve mutlaka transfere müracaat eder.
Sırtını 330 duvarına yaslayamaz ise ikinci seçenekte, yani mecliste grubu bulunan partilerle anayasanın farklı yönleri üzerinden başkanlık sistemine geçiş pazarlığında zorlanacaktır. Bir başkanlık pazarlığı yapamayacaksa mevcutla devam etmeyi de düşünebilecektir.
Üçüncü ve sonuncu seçenek ülkemiz için en hayırlısı ama gerçekleşme şansı da en düşük olanıdır: Başkanlık sistemini dışarıda bırakan ama katılımcı, çoğulcu ve özgürlükçü olan bir anayasanın yapımı…
Erdoğan’ın bu yöndeki toplumsal baskıları göğüslemekte, 2007’deki oy oranını üç puan daha artırıp net yüzde 50’yi arkasına almış olduktan sonra çok da zorlanacağını sanmıyorum.