DEMİREL İLE TÜRKİYE GÜNDEMİ
SEÇİMİN KOŞULLARI İLE SEÇİM SONRASI ÜZERİNE GÖRÜŞLER
T.C. 9. Cumhurbaşkanı
SÜLEYMAN DEMİREL
Diyor ki:
Röportaj: Prof. Dr. Mustafa Özcan ÜLTANIR
01.06.2011
Ültanır: Sayın Cumhurbaşkanım, 11 gün sonra milletimiz sandık başına gidecek. Siz her zaman için, sandığın vatandaşın önüne gelmesinin önemli bir olay olduğunu söylersiniz. Şimdi, öncelikle bu seçime ilişkin değerlendirmenizi alabilir miyim? Ayrıca, seçim sonrasını tepe noktalarıyla nasıl görüyorsunuz, beklentiniz ve öneriniz nelerdir?
TÜRKİYE’NİN SEÇİMİ ÖĞRENMİŞ OLMASI ÖNEMLİDİR
Demirel: Türkiye’de 1946 yılından bu yana milletvekili genel seçimi olarak 16 seçim yapılmıştır. Şimdi 17’ncisi yapılıyor. Geçen defa sizinle bu 16 seçimin özellikleri üzerinde durduk. 17’ncisi tabii önümüzdeki günlerde bir neticeye bağlanacak. Hemen başlangıçta söyleyeyim ki, millet için, memleket için hayırlı olsun.
Fakat, çok önemli olan bir şey, Türkiye’nin seçim yapmayı öğrenmiş olmasıdır. Günlerdir meydanlar dolu. Halk meydanlara geliyor. Meydanlarda kayda değer herhangi bir olay yok. Tabii, dünkü Hopa hadisesinin dışında. Ve bütün siyasi partilerin miting meydanları kalabalık.
SEÇİME 15 PARTİ GİRİYOR DA, 12’SİNİN SESİ SEDASI YOK
Yalnız, seçime 15 parti giriyor, bu 15 partiden henüz 3’ü görünüyor. Bu Türk demokrasisi için bir eksikliktir. Çünkü 12’si, anladığım kadarıyla, “nasıl olsa barajı geçemeyiz” diye, istenildiği kadar yüklenmiyor veya yüklenecek güçleri yok. Çünkü paraları yok. 3 parti devletten aldığı paralarla gümbür gümbür her yere gidebiliyor, hatta günde 3-4 yere gidebiliyor ve her yere yetişiyor, kendi propagandasını yapıp halktan oy istiyor. Ama, 15 partiden 12’sinin hiç sesi sedası yok. Bunu üzüntü ile kaydetmek istiyorum.
SEÇİM HÜR VE SERBEST, AMA ŞARTLARI PARTİLER İÇİN EŞİT DEĞİL
Tabii, uluslararası nitelikleriyle “free and fair”([1]), yani hür ve serbest seçim olacaktır. İstenen budur. Hür ve serbest seçimin sadece usulü bakımından hür ve serbest olması yetmez. Bu seçimin şartları üzerinde de durmak istiyorum.
Bu seçimin şartları üç büyük parti arasında da eşit değil. İktidar partisi çok imkânlara sahip. Bu devletin bütün imkânlarını istediği gibi kullanıyor ve istediği kadar para alabiliyor. Devletin bütçesinden yüksek bir meblağ alıyor ve çok gani gani harcıyor. Gazetelerde her gün tam sayfa ilânlar çıkarıyor. Anlaşıldığı kadarıyla başka şekillerde de harcıyor.
SANDIKTAN HEM “İSTİKRAR” VE HEM DE “TEMSİL” ÇIKMALI
Her şeye rağmen bir seçim oluyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 24’üncü Dönemi’ni teşkil edecek bir seçim oluyor. Şimdi, bu seçimin istikrar getirmesini isterim. Seçim yapılıp bittikten sonra, sandıktan hem “istikrar” çıkmalı ve hem de “temsil” çıkmalı. Geçen sayılardan birinde bu istikrar ve temsil meselesini tartıştık. Umalım ki, katılımı da yüzde 80’in üzerinde olsun. Nitekim tahmin ediyorum, katılım yüzde 80’in üzerinde olacaktır. Temsil bakımından ise ne kadar güçlü olunacağını tahmin edemiyorum. Yani Meclis’e giren milletvekilleri, Türkiye’deki oyun ne kadarını temsil ediyor olacaktır? Bunu bilemiyorum.
Bütün bunlara rağmen, şimdiden hayırlı olsun diyelim.
TEK PARTİ HÜKÜMETİ OLACAKTIR, KOALİSYON SÜRPRİZ OLUR
Seçimin sonrasında yeni bir hükümet kurulmasında bir sıkıntı olacağını sanmıyorum. Yani, bu yine tek parti hükümeti olacak, öyle görünüyor. Koalisyon hükümeti olursa, sürpriz olur, ama böyle sürpriz bekleyenler de var. Öyle ya da böyle, Türkiye’nin seçim sonrasında uzun süre hükümet kurulamaz gibi bir durumla karşı karşıya kalacağını sanmıyorum.
EN BÜYÜK SORUN, TÜRKİYE BİRLİĞİNE KARŞI TEHDİT VE TAHRİBAT
Bu hükümet kurulduktan sonra asıl iş başlıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu yeni hükümetinin birinci görevi; tabii Türkiye’de bu seçim esnasındaki hırçınlıkları giderecek şekilde, Türkiye’yi iç barışa davet etmek olmalıdır. Seçimler esnasında yapılmış bulunan tartışmalardan dolayı kırgınlıkları, dargınlıkları ortadan kaldırmak, birlik ve beraberliği ülkede sağlamak önde gelmektedir. Ancak, bence yeni kurulacak hükümetin başta gelen görevi ve çözmesi gereken karşısındaki en önemli sorun, Türkiye birliğinin maruz kaldığı tehdit ve Türkiye Birliği üzerinde yapılmış olan tahribattır.
KÜRT DE, KÜRT MESELESİ DE, TERÖR DE VARDIR NOKTASINA GELİŞ
Bu tabii ki Kürt meselesidir. Yani senelerce, “Türkiye’de Kürt vardır, ama Kürt meselesi yoktur, terör meselesi vardır” dedik. Ama bu mesele döndü, dolaştı, geldi. Seçim sonrasında herhalde, “Kürt de vardır. Kürt meselesi de vardır. Terör de vardır” demeye dönüşecek.
ÇÖZÜM İÇİN TÜRKİYE BİRLİĞİNDEN TAVİZ, RAHATSIZLIK YARATIR
Ancak, geçen dönemde ele alınan açılım, içi doldurulmamış bir zarf olarak kaldı. Öbür taraftan, daha bugün de konuşuluyor, her gittikleri yerde konuştukları; “bu vatan üzerinde ameliyat yaptırtmayız”. Yani, “vatan bir, devlet bir, bayrak bir ve millet bir” sloganıyla bu meselenin çözümü nasıl bağdaşacak? Onu da bilmiyoruz. Bu meseleyi ne yaparak, nasıl çözeceksiniz? Onu da bilmiyoruz. Ama biz daha önce de konuştuk ki, Türkiye birliğinden fedakârlık yapmak suretiyle, Türkiye birliğinden birtakım tavizler vermek suretiyle varılacak sonuç, Türkiye’de uzun süre rahatsızlığa sebep olabilecektir.
Şu ana kadar meydanlarda bunun tartışmasını yapmadılar. Ama, öncesinde verilmiş sözler, “öyle söz vermedik” deseler de öyle algılanmış durumlar var. Bunlar nasıl uzlaştırılıp bir bütün hale getirilecek, taraflar birbirini nasıl doğru anlayacak? Neyin üzerinde mutabık kalınacak? Bu çok önemli bir hadise.
KAN DÖKÜLMEYE DEVAM EDECEKSE, ÇÖZÜM BULUNAMAZ
Burada en önemli mesele, eğer kan dökülmeye devam edecekse, bir çözüm bulma imkânı yoktur. Yani, seçim sonrasında herkes aklını başına toplar da kan dökülmesini bir kenara bırakır, “gelin konuşalım” şeklinde bir adım atılırsa, mutlaka bir çare aranacaktır, bulunacaktır.
BİN SENELİK BERABERLİK YİNE BARIŞ İÇİNDE SÜRDÜRÜLEBİLMELİ
Türkiye’de Türkiye birliğini korumak, hem toprak bütünlüğünü, hem siyasi bütünlüğünü korumak ve 1000 seneye yakın zamandır beraber yaşayan bu insanların yine barış içinde beraber yaşamasını sağlamak, bence her hükümetin görevi olacaktır. Kaldı ki, yalnız hükümetlerin de değil, herkesin görevi olacaktır. Parlamentodaki bütün partilerin görevi olacaktır. Herkesin de buna yardımcı olması lâzımdır. Umarım ki, benimki bir ütopya değildir. Bunu çok önemsediğimi söylemek durumundayım.
DEVLETİN BÜTÇESİ VE PLANLARI İLE UYUMLU
VAATLER HÜKÜMET PROGRAMINA GİRMELİ
Şimdi, tabii ki hükümet bir program hazırlayacak, yapacağı bu hükümet programını Meclis’te okuyacak, bunun üzerine güvenoyu isteyecektir. Benim burada işaret etmek istediğim husus şudur; vaatler. Tabii ki vaatler bu programda yer alacaktır. Yalnız artık program parti programı değil, hükümet programı olacaktır.
Hükümet programının özelliği, partinin değil de devletin politikalarıyla, devletin bütçesiyle, devletin kısa ve uzun vadeli planıyla denkleştirilmiş olması lâzım. Şimdi bu kadar vaadin, hangi kaynaklardan, nasıl finanse edileceğini ve devletin gerek bütçesinin ve gerekse planlarının bununla ne ölçüde bağdaşabileceğini de, nasıl “denge” kurulacağını da görmek istiyorum.
Bir de devletin imkânları, sadece muayyen ihtiyaçları için kullanılmaz. Devletin birçok ihtiyaçları vardır. Bunlar içerisinde en acil olanlarına en erken el uzatılır. Yani seçim meydanlarında söz verdik diye, birtakım projeleri yerine getirmek için devletin imkânları kullanılırsa, halkın çok acil ihtiyacı olan hizmetler görülemez. Umarım ki, böyle bir sakatlıkla karşı karşıya kalınmaz.
YAPILMASI GEREKEN REFORMLAR
Gene Türkiye’nin bence en önemli bir ihtiyacı reformdur. Yargı reformu tamamlanmamıştır, tamamlanması lâzımdır. Ve Türkiye’nin daha iyi idare edilmesi lâzım, bir yönetim reformu şarttır, bir eğitim reformu şarttır, bir emeklilik reformu şarttır. Bu alanlarda reformla çözüm bekleyen ciddi problemler vardır.
MERKEZDEN YÖNETİMİ EN AZA İNDİREN BİR YÖNETİM REFORMU
Yönetim reformu, bence ademi merkeziyetçiliği([2]) getiren, merkeziyetçiliği asgariye indiren bir reform olmalıdır, yani merkezden yönetimi en aza indiren bir reform. Bu kadar büyük bir ülkenin, bütün yetkileri bir merkezde toplanarak yönetimi mümkün değildir. Binaenaleyh ademi merkeziyetçiliği, yani yerinden yönetimi merkezi yönetim yerine tercih etmeyi, bölünme korkusuyla daha uzun süre gerçekleştirmeden bekletemeyiz, bundan vazgeçemeyiz.
Yani mutlaka mahalli idarelere mülki idare amirlerine, valilere, kaymakamlara işlerini daha iyi yapacak ve hizmetlerini daha iyi görecek şekilde yetkiler verilmelidir. Bu yetkiler, gayet tabii ki merkezi idare tarafından kontrol edilecektir. Bu husus senelerdir konuşulur, fakat bir türlü yerine getirilmemiştir. Bence, insanların birbirini kırıp geçirmesine hiç gerek yok, bu yapılmalı ve bu yapıldığı taktirde Türkiye daha rahat olacaktır.
YÜZDE 7 KALKINMA HIZI BULUNMADAN MİLYONLARA İŞ BULUNAMAZ
Diğer bir konu kalkınma olacaktır. Türkiye yüzde 7 kalkınma hızını bulmadıkça, gelecek milyonlarına iş bulması imkânı yoktur. Yani, önümüzdeki seneler zarfında milyonlarına iş imkânları yaratması gerekiyor. Esasen bugün Türkiye’nin 5 milyon işsiz insanı var, 13 milyon da yoksulluk seviyesinde insanı var. Türkiye’deki işsizlik ve yoksulluk meselesini çözmedikçe, Türkiye’de sosyal huzuru bulamayız.
SOSYAL YARDIMLARLA YAŞATMAK YERİNE,
HALKIN GÜCÜYLE EKONOMİ ÇARKINI DÖNDÜRMEK
Her ne kadar “sosyal devletiz” veya “sosyal devletin şartlarını yerine getiriyoruz” diye devletin birtakım imkânlarını dağıtsak da, bunları mahalline masruf şekilde, yani yerine doğru ulaşacak şekilde dağıtamayız. Onun içindir ki kalkınmayı hızlandırmak ve daha çok insana iş imkânı sağlamak, daha çok insanı üretici haline getirmek, daha çok insanı da tüketici haline getirmek suretiyle çarkı sadece devletin döktüğü suyla değil, halkın kendi gücüyle döner hale getirmemiz lâzımdır. Bu önümüzdeki dönemin en önemli meselelerinden olacaktır.
TASARRUF ORANINI ARTIRMAK GEREKİYOR
Önümüzdeki dönemde borç meselesi ile tasarruf meselesini de dengelemek lâzım. Yüzde 18 gibi bir tasarruf oranının sağlayacağı birikimle, Türkiye’nin bu kadar vaat edilmiş projelerine kaynak bulamayız ve yüzde 7’lik kalkınma hızını yerine getiremeyiz. Tasarruf oranının en azından yüzde 25’e çıkarılması lâzım.
BİR ÜLKE BORÇLA İLERİYE GÖTÜRÜLEMEZ
Ülkeyi, hep dışarıdan borç alarak daha ileri götüremeyiz. Çünkü, bir yerden sonra, aldığımız borcu ödeyemememiz gibi durumlarla karşı karşıya kalırız. Zaten benim hükümet programı için tavsiyede bulunurken “denge” dediğim mesele de oydu. Dışarıdan borç alabilmemiz dahi ödeyebilme gücümüze bağlıdır.
Eğer ödeyebilme gücümüz (re-payment ability) üzerinde bir şüphe doğarsa, dışarıdan borç alamayız. Bu tür sıkıntıları biz geçmişte gördük. Sonra tekrar Osmanlı’dan sıkıntı kalmış olan Düyûn-ı Umûmiyye’ye döneriz. Evet, şimdiki Yunanistan’ın durumuna döneriz. Onun içindir ki önümüzdeki dönem, hükümetin en önemli işi hesap-kitap olacaktır ve öyle de olması gerekir.
DOĞRUDAN YABANCI SERMAYE YİNE CANKURTARAN SİMİDİ
Tabii bugünkü şartlar içerisinde direkt yabancı sermayenin önemi var. Gelişi bir ara iyi gibi oldu, ama sonra gene geriye çekildi. Doğrudan yabancı sermaye bizim aşağı yukarı cankurtaran simidimizdir. Ama direkt yabancı sermayenin gelebilmesi için de, bu ülkenin iyi idare edilmiş olduğundan ve gelenlerin de hukuksuzlukla karşılaşmayacaklarından emin olmaları lâzımdır.
TÜRKİYE 2014’DE AVRUPA BİRLİĞİ’NE GİREBİLMELİDİR
Türkiye en geç 2014’de Avrupa Birliği’ne girebilmelidir. Bunu hayati sayıyorum. Avrupa Birliği Türkiye’ye sadece Avrupa fonlarını kazandıracak değil. Avrupa Birliği Türkiye’ye güven kazandıracak ve dünya ile entegrasyonda daha bir kolaylık kazandıracak. Ayrıca kaynak bulmakta kolaylık kazandıracak. Türkiye’yi zenginleştirmekte, Türkiye’nin itibarının artmasında katkısı olacak. Onun için Avrupa Birliği’ne girmenin yolunu mutlaka bulmak lâzımdır.
TÜRKİYE’NİN KURUM VE KURULUŞLARIYLA BİR AHENGE İHTİYACI VAR
Bütün bunlardan sonra devletin işleyişinde kurumlararası işbirliği ve ahenk çok önemli bir hale gelmiştir. Bugünkü haliyle devletin askeri, yargısı, idaresi, hükümet, Meclis’i, basını, üniversitesi, meslek kuruluşları, sivil toplum örgütleri hepsi ahenk içinde değildir. Oysa, ahenk içinde olması lâzım. Türkiye’nin bu ahenge ihtiyacı var. Herkesin de bu ahenge katkıda bulunması lâzım.
TÜRKİYE KARAMSARLIKTAN ÇIKARILMALIDIR
Bunlardan sonra söylemek istediğim şey, Türkiye karamsarlıklar içerisinde boğuşmaktan çıkmalı. Türkiye’nin geleceği vardır ve parlaktır. Fakat güncel meseleler, Türkiye’de halkın ümidini ve güvenini sarsmaktadır. Güncel meseleleri, halkı üzer durumdan, ümidini kırar durumdan çıkarmak lâzım. Bu da iyi yönetim gerektirir. Binaenaleyh bundan sonraki önümüzdeki dönemde, bu seçimle yeni gelen hükümetin Türkiye’yi iyi yönetmesi lâzım. Halkın rahat olduğu bir Türkiye, güvenli olduğu bir Türkiye, hür olduğu bir Türkiye, tok olduğu bir Türkiye, iş-güç sahibi olduğu bir Türkiye inşallah bu seçim sonrasında gelir.
YENİ ANAYASA MESELESİ NASIL HALLEDİLECEK
Bu konu üzerinde seçim meydanlarında çok konuşulmadı. Sadece yeni bir anayasanın lüzumu dile getirildi. Yapılacağı söylendi. Seçim sonunda bu gündeme gelecektir. Hangi zamanda gündeme geleceği, iktidar partisinin siyasi hesaplarına bağlı olur. Bir parti, anayasa değiştirecek kadar güçle iktidar olursa, bunun uzlaşma arayıp aramayacağı bilinemez. Ancak, doğrusu uzlaşma aramasıdır. Türkiye artık anayasa tartışmalarını bitirebilmelidir. Bu yapılacak anayasanın, bir partinin anayasası değil, Türkiye’nin anayasası olmasına bağlıdır. Bunun için nasıl bir yöntem izleneceği çok önemlidir. Geniş bir mutabakat sağlayıcı yöntemi bulabilmelidir.
Devletin çatısında din ve ırk meselesinin ne ölçüde işin içine gireceği önemli olacaktır.
Demokratik temel hak ve özgürlükler, tekil devlet, bölünmez bütünlük, sekülerite korunabilmelidir.
Yeni bir anayasa hazırlamanın pek çok zorluğu olacağını herkes biliyor. Bu noktadaki tartışmalar, taşınamayacak bir gerginliğe sebep olmamalıdır ve ülkenin bütün zamanını almamalıdır.
Benim şu an söyleyeceğim bunlar.
SORU VE CEVAPLAR
Ültanır: Sayın Cumhurbaşkanım, bu kısa ve özlü, ülke yönetimine yol gösterici, milletimize önemli mesajlar iletici demeciniz için çok teşekkür ederim. Ancak, izin verirseniz, söyleminiz üzerine konuya ilişkin bazı kısa sorularım olacak.
Demirel: Tabii sorun.
Ültanır: Ademi merkeziyetçilik dediniz, ona şimdi yerel yönetim veya yerinden yönetim diyoruz, ama bu giderek yerel demokratik özerklik kalıbına sokulur oldu. Tabii orada bu işin sınırı önemli. Yerinden yönetim sınırını nerede tutacağız? O sınır sadece mali ve ekonomik konuları mı içerecek, güvenlik, eğitim, sağlık bu sınırın içine girecek mi? Ya da Avrupa Konseyi’nin “Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na geçmişte Ankara’nın koyduğu çekincelerin kaldırılması anlamında mı kalacak? Hatta Kürt siyasetçiler bu kapsamda, belediye başkanları seçiminden öte valilerin de halk tarafından seçilmesini talep ediyorlar. Sizce o sınır ne olmalı, nereye kadar gidebilir?
YERİNDEN YÖNETİM EYALET DEĞİL, VİLAYET SİSTEMİ İÇİNDE OLMALI
Demirel: Eyalet sistemine gitmemeli. Vilayet sistemi içerisinde ve kimsenin aklına bölünmeyi getirmeyecek ölçüde olmalıdır.
Ültanır: Efendim, Türkiye’nin doğrudan yabancı sermayeyi çekebilmesinden söz ettiniz de, şu anda Türkiye cari açıkta ve ihracatın ithalâtı karşılama oranında kritik eşiği olumsuz yönde aşmış durumda. Seçim sonrası Türkiye’de ekonomik kriz ve hatta mali önlemlerle bu krizi aşmak olanaklı olmazsa, devalüasyon bekleyenler de var. AKP iktidarlarının geçmişine bakarak, şimdi yenisinin kurulması olası olsa da, yeni bir AKP iktidarının bu darboğazı aşabileceğine inanıyor musunuz?
YENİ HÜKÜMET ESKİSİNİN DEVAMI OLMAZSA,
ÖNERİLERİMİ YAPARSA BAŞARILI OLUR
Demirel: Ben şimdi kurulacak hükümetin bugünkü hükümetin devamı olacağı, bu hükümet ne yaptı ise onları yapacağını varsaymıyorum. Kurulacak hükümet bu siyasi partinin hükümeti bile olsa, farklı bir hükümet olacaktır diyorum. Ve benim saydığım, sıraladığım şeyleri yaparsa başarılı olur diyorum.
Ültanır: Bir de izninizle Avrupa Birliği için verdiğiniz tarihe değinelim. “En geç 2014” dediniz. Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerine bizimle beraber başlayan Hırvatistan’a bu yıl tam üyeliğin başlangıç tarihi olarak 1 Temmuz 2013 tarihi verildi. Oysa Türkiye, çifte standart engellemeleri altında açılan sınırlı başlıklarla, müzakerelerin daha üçte birini tamamlayamadı. Kıbrıs Rum Yönetimi’nin engellemesi bir yana, Türkiye’yi tam üyeliğe taşıyacak bazı önemli müzakere başlıkların açılmasını Sarkozy’nin Fransası engelliyor, Merkel’in Almanya’sının engeli var. 2012’de AB Dönem Başkanlığı Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne geçince, Türkiye’nin ilişkisinin tamamen kopabileceği tartışmaları yapılıyor. Tüm bunlara rağmen 2014’de tam üyelik siyaseten sağlanabilir mi, siyasetçilerimiz ideal siyasetçiler olsa da, bu iş 2014 sonuna kadar tamamlanabilir mi, böyle bir mucize bekleyebilir miyiz?
İSTERLERSE TEKEDEN SÜT SAĞABİLECEK SİYASETÇİLER,
TÜRKİYE’YE 2014’DE AVRUPA BİRLİĞİ ÜYESİ YAPABİLİRLER
Demirel: İsterlerse tekeden([3]) süt sağarlar. Avrupa Birliği üyeliği de istenirse 2014’de yapılır. Eğer Türkiye, bu işi yapacaklar üzerine kafi ağırlık koyabilirse, yapılır. Türkiye’nin bu ağırlığı koyabilmesi, içerideki duruma bağlıdır. Benim saydığım şeyleri Türkiye yaparsa, Türkiye’nin ağırlığı artar. Benim söylediğim şeyler, “soft-power” yani yumuşak güç. “Türkiye bir parlak ilerleme vaat ediyor” intibaını verirse, yapılır. Böyle bir intibayı vermezse, zaten yapılamaz. Ben yapılabileceğine kaniyim.
Ültanır: Efendim, partilerin seçim vaatlerine ve bence içi doldurulamayan 2023 vizyonlarına girmedik, ama izninizle bir örnek olmak üzere AKP’nin İstanbul Kanalı çılgın projesine dokunalım istiyorum. Siz Türkiye’ye zamanında bazılarının inanamadığı, Cumhuriyet Halk Partisi’nin de tarihinde karşı çıkma ayıbını taşıdığı büyük barajları, GAP’ı, İstanbul Boğaz Köprüsü’nü kazandırmış kalkınmacı ve mühendis kişiliğinizle yapıcı bir devlet adamısınız. AKP’nin çılgın İstanbul Kanalı projesine ne diyorsunuz?
ÖNCELİK SIRALAMASINDA İSTANBUL KANALINA SIRA MI GELDİ?
Demirel: İşte o projelerin hepsini söylediğim “denge” kelimesinin içine koydum. Onların hepsinin yapılabilmesi paraya bağlı.
Ültanır: Para bulunsa bile onların yapılması uygun olur mu?
Demirel: Para bulunması kolay bir şey değil ki!. Şimdi bakın, İstanbul Kanalı meselesi, ayrıca münakaşa edilecek bir mesele. Aslında, mühendislik bakımından yapılabilir. Mühendislikte bugün bir zorluk yok, iş makineleri var. Paran varsa, makinen varsa, mühendisin varsa, onu yaparsın. Fakat, bugün sizi kapsayan şartlar var. Bir defa dış şartlar var. Dış şartlar, yani Boğazlar Rejimi denen bir rejim, aşağı yukarı 150 senedir tartışmalı.
Gerek İstanbul ve gerek Çanakkale Boğazı’ndan geçen insanlar, beraberce mutabık kaldığı şartlara göre buralardan geçiyorlar. Yani antlaşması var ve parasız geçiyorlar. Siz bu insanlara, “gelin şu kanaldan paralı geçin, oradan 6 saatte geçiyorsunuz, buradan 3 saatte geçersiniz” derseniz, bu insanlar ne diyecek acaba? Karadeniz etrafındaki ülkeler ne diyecek acaba?
Çok önemli bir hadise bu. Ayrıca, acaba bunu yapmanın sırası geldi mi? Şöyle demek istiyorum, ama aleni karşı çıkmıyorum, ben zaten kalkınmacı bir insan olarak yapılan şeylere karşı çıkmam. Benim söylediğim şey sıralama, öncelik sıralaması. Henüz siz GAP Projesi’nin kanallarını tamamlamamışken, böyle büyük bir projeye gitmenizi vatandaş sorgulayacak, “evvela bunları bir tamamla” diyecektir. Ben onu da yapabilirsiniz diyorum, ama daha önce yapacağınız şeyleriniz var.
Ültanır: Sayın Cumhurbaşkanım son olarak izninizle Başbakan Erdoğan’ın seçim kampanyalarında size yönelik haksız çıkışları, sert eleştirileri üzerine de bir sorum olacak. Basına da “Başbakan bir süredir benimle uğraşıyor” diye haksız tecavüz karşısında kamuoyuna şikayetinizi dile getirdiniz. “Beni siyasete sokmayın” uyarısı yaptınız. Başbakanın size yaptığı haksız eleştirileri, herhangi bir sonuca bağladınız mı, neden kaynaklandı bu? Sizi halen bir büyük siyasi potansiyel ve hasım olarak mı, ya da başkanlık tasarımında sizi bir engel olarak mı görüyor, ne dersiniz?
HAKSIZ, İNSAFSIZ, ANLAMSIZ SUÇLAMA
Demirel: O konuda ben kısmi açıklamalar yaptım. Ama madem soruyorsunuz, bir defa daha söyleyeyim. Bu seçim esnasında benim pozisyonum şudur: Ben hiçbir siyasi partinin kimi milletvekili yapacağına karışmam. İddia edildiği gibi, filan partiye, falan partiye, daha çok CHP’ye yahut MHP’ye liste falan da vermedim.
Birincisi, Mehmet Haberal meselesi, benim için bir milletvekilliği meselesi değildir, bir insanlık meselesidir. Ben Mehmet Haberal meselesiyle hep meşgul oldum. Mehmet Haberal’ın milletvekili olma ihtiyacı ve arzusu da yoktur. Ama maruz kaldığı haksız muameleden kurtulması lâzımdır. Onun dışında ben hiçbir şeyle meşgul olmadım. Binaenaleyh bana yöneltilmiş olan suçlamalar haksız, insafsız ve anlamsızdır. Çünkü, bizim tutumumuz budur diyoruz ve aksine ilişkin bir tane misal gösteremezler, filanca adama şunu demiş diye.
İkincisi, benim Cumhuriyet Halk Partisi’ne akıl vermeme gerek yoktur. Yani, buna gülerler. Siyasette kim kimden akıl alır? Öyle şey olur mu?
Üçüncüsü, benim Milli Şef ilân edilmem, gülünçtür. Burada sanıyorum, Başbakan Sayın Tayyip Erdoğan evhama kapılmıştır ve evhama kapılınca, beni içinde olmadığım bir meselede varsaymıştır, beni de meydanlara götürmüştür.
BEN SAYIN ERDOĞAN’IN MUHATABI DEĞİLİM
Eğer Sayın Tayyip Erdoğan, benimle geçmişin muhasebesini yapmak istiyorsa, aslında ben onun muhatabı değilim. Kaldı ki ben, geçmişte yaptığım bütün görevleri, seçilmiş kişi olarak yaptım. 6 defa büyük seçime, yani milletvekili genel seçimlerine girdim, üçünü birinci parti olarak kazandım, ikisinde doğrudan hükümeti kurdum, üçüncüsünde de hükümeti ben çıkardım ve girdiğim ara seçimlerin de çoğunu kazandım, 1979 araseçiminde yüzde 55 oy aldım. Her seçim sonunda da halkıma gittim, hesabımı verdim. Benim Sayın Erdoğan’a verecek bir hesabım yok.
TÜRKİYE’YE VERDİĞİM HİZMETLERE KOLAY KOLAY ERİŞİLEMEZ
Ama şunu ifade edeyim, benim görevde bulunduğum ve hizmet verdiğim Türkiye’deki hizmetlerim parlaktır. Ona kolay kolay erişilemez. Umarım ki, ben onların muhasebesini yapmak mecburiyetinde kalmam.
SİYASİ POZİSYON ALMAK İSTEMEDİM, AMA ZORLANDIM
UMARIM BUNDAN SONRA DAHA ÇOK ZORLANMAM
Netice itibariyle şunu söyleyeyim; polemiklere girmek istemiyorum. Bu seçimde de bir siyasi pozisyon almak istemedim. Şu ana kadar zorlandım, inşallah bundan sonra daha çok zorlanmam. Çünkü, ben 10 senedir hiçbir siyasi meselenin içinde olmadım. Bu olayı üzüntü ile karşılarım, çok kişi de üzüntüyle karşıladı. Ama madem ki siyasette bu çeşit şeyler olabiliyor, olmuş diyelim.
Ültanır: Bu ay eklemek istediğiniz başka bir şey var mı efendim?
Demirel: Hayır Hoca, söyleyeceklerim bu kadar, teşekkür ederim.
Ültanır: Sayın Cumhurbaşkanım, demeciniz ve sorularıma verdiğiniz cevaplarınız için esas ben çok teşekkür ederim. Kısmetse gelecek ay, seçim sonuçlarını ve yeni iktidar oluşumunu değerlendiririz diyerek, bu söyleşimizi birlikte sonlandırıyoruz.
([1]) Free and fair: Özgür ve bağımsız, ancak İngilizce’de fair kelimesi dürüst, tarafsız, âdil ve meşru anlamlarını da içerir. Demokratik ülkeler ve uluslararası kuruluşların seçimlerde aradığı temel ilke “free and fair”dir. Bu ilke demokrasinin de vazgeçilmez ilk koşuludur.
([2]) Ademi merkeziyet(Osmanlıca adem-i merkeziyyet): Bir merkezden değil, her teşekkülün kendi kendini idare etmesi.