CHP’nin toplumla imtihanı
CHP’nin toplumla imtihanı
Doç. Dr. Erdoğan Keskinkılıç – Fatih Üniversitesi – 22.06.2011 Zaman Gazetesi.
Tarihsel hafızanın, devletlerin ve bireylerin gelecek stratejilerini belirlediği gibi kurumların da var olma mücadeleleri açısından ne denli önemli olduğu bilinen bir gerçektir.Bu yalın gerçeklik, CHP politikalarının toplumsal karşılığının okunması açısından oldukça önemlidir. Bu yazıda amaç, CHP’nin 1946-1950 politikaları ile 12 Haziran 2011 seçimleri öncesi partinin aday, söylem, strateji ve politikalarını karşılaştırmak olacaktır.
1946’ya kadar köy ve kasabalarda demokratik sistemler yerine daha çok gücün üzerine kurulan hegemonik bir sistem benimsenmişti. Ayrıca CHP’nin politikalarını kırsal alana devlet yoluyla taşınmasını sağlayan Halk Evleri ve Köy Enstitüleri de kırsal kesimin CHP’ye güvenini sağlayamadı. II. Dünya Savaşı’nın getirdiği ekonomik krizden kurtulmak için 1942’de ‘Varlık Vergisi’, 1945’te de ‘Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’ ile kırsal kesimin güvenini bir daha kaybetti.
12 Haziran 1945’te toprak reformu ve tartışmalı bütçe tasarısından dolayı CHP’nin 4 milletvekili Celal Bayar, Fuat Köprülü, Adnan Menderes ve Refik Koraltan’dan oluşan grup, meşhur ‘dörtlü takrir’ önergesini vermişlerdi. Bu süreç, 7 Ocak 1946’da ‘Demokrat Parti’nin (DP) kurulmasına giden sonucu doğurdu. DP, parti programında bireysel hürriyet, özel mülkiyet, din hürriyeti, temel insan hakları gibi liberal politikanın temel ilkelerini benimsemişti. Bu politikalarla hızla örgütlenen DP, toplumda karşılık buldu. Bu politik açılım, seçkinci resmi ve sivil kentli bürokrasi için bir şey ifade etmese de, taşra burjuvazisi, tüccar, esnaf ve köylü sınıfını derinden etkiledi. Öte yandan doğal olarak büyük toprak sahipleri de bu politik açılıma sarıldı. 25 yıldır CHP’nin politikasından memnun olmayan yığınlar da DP’de toplanmışlardı.
Türk demokrasi tarihinde ‘açık oylama-gizli tasnif’ diye anılan seçim, 21 Temmuz 1946’da ‘erken seçim’ sıfatı ile gerçekleşti. Bu seçim sonucunda oy pusulaları tasnifi gizlice yapılıp, tasniften sonra da oy pusulaları yakıldığı için hiçbir zaman hangi partinin gerçekte ne kadar oy aldığı bilinemeyecekti. Yapılan değerlendirmeler sonucunda CHP’ye 395, DP’ye 64, bağımsızlara da 6 milletvekili uygun görülmüştü. Hükümetin kurulması için Recep Peker görevlendirilmişti. Recep Peker, toplumu yukarıdan aşağı terbiye edici, çağdaşlaştırıcı ve modernleştirici tipik bir İttihatçı felsefenin temsilcisi politikayı benimsemişti. 1947 bütçe görüşmelerinde muhalefet kavramını yok farz edip, Adnan Menderes’in bütçe eleştirilerine karşılık Menderes’i psikopat, Celal Bayar’ı da halkı isyana kışkırtmakla suçlamıştı. Öte yandan DP, partinin ilk kurultayını yapmış, kurultay sonucuna göre temel hak ve hürriyetler, devlet memurlarının keyfi uygulamaları, köylülerin hayat şartlarının hızla kötüye gitmesi, okullarda din derslerinin müfredata konulması, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, köy enstitüsü programlarının yeniden belirlenmesi, devlet ticari teşekküllerinin kaldırılması gibi konular üzerinden politika üretilmesi kararı verilmişti. Bu politik açılım, Recep Peker hükümetini sıkıntıya soktuğundan hükümet daha da sertleşti. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün de barışçıl çabaları sonucunda 12 Temmuz beyannamesi yayınlandı. Bu beyannameye göre, İnönü, iktidar ve muhalefet partisine eşit mesafede olacağını beyan etmişti. 12 Temmuz beyannamesi, Recep Peker hükümetinin sonu oldu. Peker’in İnönü ile de anlaşmazlığı sonucu hükümet yıkılmış, yerine yeni hükümeti kurmakla demokratik taleplere hazım kapasitesi daha yüksek, temkinli bir hariciyeci olan Hasan Saka görevlendirilmişti.
Hasan Saka ile ‘Yeni CHP’
Hasan Saka, tepeden ve zorla modernleştirici zihniyet yerine halkın taleplerini değerlendirip halkla birlikte modernleşen bir ilerlemeci sistem benimsemişti. 17 Kasım 1947’de yapılan CHP’nin 7. kurultayında ‘milli irade’ vurgusu, düşünce, basın, siyasal parti kurma, sendikalaşma, bireysel ve toplumsal hürriyetler benimsendi. ‘Devletçilik’ ve ‘laiklik’ ilkeleri liberal bir anlayışla yeniden yorumlanmaya çalışıldı. Devrimci ve pozitivist politikaların toplumsal karşılığı tartışılıp, bireyi ve toplumu muhatap alan politikalar üzerinde duruldu. Bu manada devlet, hem toplum karşısında hem de din karşısında daha yumuşak bir güç olarak kendini konumlandırmaya çalıştı. Bu teorik politikaların gerçekleştirilmesi için okullarda din dersi konuldu. İmam-hatip okulları açıldı. 1949 yılında Ankara’da ilahiyat fakültesi kuruldu.
Hasan Saka’nın başbakanlığında CHP’nin toplumla kaynaşma projesi uzun sürmedi. Hasan Saka,14 Ocak 1949’da istifa etti. Her şeye rağmen CHP’deki bu toplumsallaşma meltemi devam ettirildi. İsmet İnönü, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Profesör Şemsettin Günaltay’ı hükümeti kurmakla görevlendirdi. Günaltay, ilahiyat kimliğinin yanında liberal fikirleri olan biriydi. Programını ılımlı bir siyasal yapıda belirledi. Muhalefet ile iyi ilişkiler kurulmasına özen göstermişti. Günaltay, laiklik ilkesinin din özgürlüğü ile birlikte uygulanmasına inanıyor, ilkokullarda din dersinin okutulmasını benimsiyordu. Ekonomi politikalarında sert devletçilik yerine daha liberal ilkeler benimsedi. Muhalefetle başlayan bahar yelleri sonucu seçim kanunu değiştirilip demokratik olan ‘gizli oylama-açık tasnif’ sisteminin benimsendiği yeni seçim kanunu 16 Şubat 1950’de kabul edildi. Seçimin denetlenmesi bağımsız mahkemelere verildi. Dönemin iletişim aracı olan radyodan, her partiye propaganda hakkı tanındı. Bir centilmenlik gösterisi olarak İstiklal Mahkemeleri kapatıldı.
Yukarıdaki demokratik açılımlar sonucu 1950 seçimlerine gidildi. CHP, bu ilk demokratik seçimde önemli bir başarı elde edeceğine inanmıştı. CHP politikasındaki farklılık, istenilen sonucu getirmedi. Seçim sonuçlarına göre DP, seçime katılan 7.916.091 seçmenin 4.241.831’inin oyunu (yüzde 53,60) alarak 408 milletvekili, CHP 3.165.096 oy alarak (yüzde 40) 69 milletvekili çıkarmıştı.
12 Haziran 2011 seçimleri
23 Mayıs 2010 günü CHP’nin 33. Olağan Genel Kurultay’ında genel başkan olan Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’nin 1946-1950 arası politikalarına benzer bir politika ile 12 Haziran seçimlerine katıldı. Her ne kadar Kemal Kılıçdaroğlu ve yönetimindeki parti meclisi buruk bir galibiyet ilan etse de hem parti içinde hem de toplumun hemen her tabakasından oluşan geniş bir taban tarafından 12 Haziran seçimleri CHP açısından mağlubiyet olarak kabul edilmektedir.
1950 ve 2011’de benzer politikalarla seçime gidilmesine rağmen niçin toplumun geniş katmanları CHP’ye oy vermiyor? Bu soru CHP tarafından iyi analiz edilmelidir. Bu sorunun cevaplarının satır başları, aşağıda belirtildiği gibi verilebilir:
Toplumun çeşitli katmanlarından oluşan geniş bir taban CHP’ye güven duymamaktadır. Toplum içindeki seçkin elit harici geniş katmanların bu güven problemi CHP tarafından çözülmelidir. 12 Haziran seçimlerinden önce temel hak ve özgürlüklerden bahsederken öte yandan yeni ve demokratik bir anayasa hazırlanmasında hemen kırmızı çizgiler çizilmiştir.
İktisadi olarak orta kesim diye bilinen ve yaklaşık 30 seneden beri oluşmaya devam eden yeni kentli sınıf, CHP’den korkmaktadır. Bu sınıf, elindeki sermayenin CHP tarafından korunamayacağı şüphesini taşımaktadır.
CHP içindeki seçkin elit kesim, toplumun temel değerleri ile barışmalıdır. Bu değerlerin başında din ve dinin kurum ve öğretileri gelmektedir. Sıradan bir vatandaşın hac ibadeti ile alay edilmesi, inancı gereği bir kadının başörtüsünün rahibe örtüsü ile eşleştirilmesi gibi çok temel problemler çözülmelidir.
Her ne kadar demokratik sistemlerden yana tavır gösterilse de demokrasi dışı sistemler gündeme geldiğinde, Türkiye’deki askerî darbeler kabul edilir görülmemekle birlikte, rejim hususu dile getirildiğinde ‘askerî darbeler iyi değildir, ama…’ ile başlayan cümlelerle demokrasi dışı sistemlere destek verilmemelidir.
Hasan Saka ve Şemsettin Günaltay döneminden itibaren başlayan liberal, bireyin temel hürriyetlerini koruyan ve kollayan, dini değerlere saygılı politikalarda olduğu gibi, 12 Haziran seçim stratejisinde kimi ilahiyat fakültesi öğretim üyelerinin milletvekili adaylığı, kimi çarşaflı kadınlara CHP rozeti takılması, kimi fakir ailelerin sembolik ziyareti gibi girişimlerin, inandırıcılık ve güven vericilik bir yana toplumsal tiyatro gösteriminden ileri gidemediği görülmüştür.
CHP, bütün bunların yerine içten, samimi bir şekilde toplumun geniş katmanlarına kendini inandırmalıdır. Fakat bu inandırıcılık, mecburi bir sosyolojik süreçte olmalıdır. CHP, bu sosyolojik sürece bağlı kalmalıdır. Bilinen bir gerçektir ki, toplumsal kabul edilirlik bir süreç içerisinde gerçekleşir. Bu sürecin uzaması ya da kısalması CHP’nin elindedir.