AKP ve Millitarist Ruh
Belli bir aydın grubu, hükümete yönelik uyarıcı eleştiriler getirmekten çekinerek, hükümete ve Türkiye’ye en büyük kötülüğü yapıyorlar.
Birkaç yıl önce, bütün hayatını Doğu Almanya’daki ‘sosyalist rejimle’ savaşmaya adamış bir rejim muhalifinin, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra içine düştüğü ‘boşluğa’ ilişkin samimi itiraflarını okumuştum. Mealen şöyle diyordu: “Sosyalist rejimi eleştirmeye o kadar alışmıştık ki rejim çöktükten sonra ne yapacağımızı şaşırdık.” Türkiye’de hükümete ilişkin tek kelime eleştiri getirmeden, ha bire Kemalizmi ve askeri vesayeti eleştirmeye devam edenler, bana bu Alman rejim muhalifini hatırlatıyorlar…
Kemalizmi eleştirenler
AKP iktidara geldikten sonra uzun bir süre ‘darbe tehdidi’ altında icraatlarını sürdürdü. Güçlü bir şekilde iktidara gelmişti ama daha önce ‘iktidara’ gelen pek çok siyasi parti gibi AKP de sadece ‘hükümet etmekteydi’, bir de iktidarın gerçek sahipleri, ‘devlet’ vardı ortada… Bu dönemde, demokratların AKP’ye çok sert eleştiriler yöneltmekten kaçınmasının kabul edilebilir bir mantığı vardı. Demokratlar, sözlerinin, eleştirilerinin askeri vesayetin oyuncağı olmasından, mesela Anayasa Mahkemesi’nde açılacak bir kapatma davasında ‘destekleyici’ argüman olarak kullanılmasından çekiniyorlardı…
Fakat bu köprülerin altından çok sular aktı. AKP’nin, Ergenekon davalarıyla başlayan ‘iktidar olma’ süreci, anayasa referandumu ile ‘taçlandı’ ve bence ‘hükümet-devlet’ ayrımı tarihsel bir paranteze dönüştü. Fakat buna rağmen hükümete yakın medya organları artık iktidar olmayan ‘Kemalist devlet’i eleştirmeyi, hükümet ve Erdoğan’ın güncel, somut icraatlarını eleştirmeye tercih ediyorlar. Bu gölge boksunu sürdürmenin değişik nedenleri var şüphesiz. Kemalizm hayaletiyle girişilen bu sahte mücadele, ‘iktidarla’ gerçek bir karşılaşmadan çok daha güvenli olsa gerek. Yine Kemalist rejim için çıkınlarımızda, ince ince düşünülmüş, test edilmiş çok sayıda argüman varken Türkiye’de oluşan yeni dengeleri ve iktidar ilişkilerini anlayıp analiz edecek yeni paradigmaları geliştirmek oldukça konfor bozucu ve entelektüel cesaret gerektiriyor. Eski rejimin gözdelerinin canhıraş ortaya attıkları ‘sivil dikta’ lakırdılarının sözünü ettiğim bu cesaretle bir alakası yok. Onlar kaybettikleri ayrıcalıkları için yas tutuyorlar sadece…
Aslında dönüp dolaşıp sadece Kemalizmi ve askeri vesayeti eleştirenler, bu tutumlarıyla, vesayetin geri dönebileceği tek kapıyı da açık bırakmış oluyorlar. Askeri vesayetin geri gelmemek üzere tarihin çöplüğüne gitmesinin tek koşulu, Türkiye’de demokrasinin çok derinlere kök salmasında yatıyor. Geçenlerde Murat Belge, büyük bir dış destekle askeri vesayet sisteminin geri gelebileceğini söyledi ki ben buna tamamen katılıyorum. Çünkü bütün sistem köklü demokratik bir dönüşüme uğramadığı sürece, Türkiye’de militarizm günü geldiğinde bütün bünyeyi ele geçirecek uyuyan bir ‘virüs’ olarak yaşamaya devam ediyor demektir.
AKP reformları bitti mi?
AKP reformcu ve sistemi dönüştüren bir güç olma vasfını uzun bir süreden beri yitirmiş görünüyor. Ergenekon davalarının sadece hükümete darbe yapmayı planlayanların yargılandığı bir yüzeysellik içine hapsolması; bir türlü Fırat’ın doğusuna geçememesi, köy yakanların yargı önüne çıkarılamaması; Kürt sorununun çözülememesi; büyük ‘ifade hürriyeti’ sorunumuz, tamamından ve artık tek başına bu hükümetin sorumlu olduğu problemlerdir.
Uludere katliamı sonrasında yaşananlar AKP’nin, kendi emri altında olması durumunda, askerlerin ‘eski çalışma yöntemleriyle’ büyük bir sorunları olmadığını da göstermiş oldu.
Fakat bütün bunlara rağmen belli bir aydın grubu hükümete yönelik uyarıcı, ‘uyandırıcı’ eleştiriler getirmekten ısrarla çekiniyor ve bence destekledikleri hükümete ve Türkiye’ye de en büyük kötülüğü yapıyorlar böylece. Yazının girişinde sözünü ettiğim Doğu Alman ‘muhalifin’ dürüst özeleştirisini takip etmek önemli bir ilk adım olabilir aydınlar için. Askeri vesayet yıkılıp gitti ama siz o yıkılmamış gibi sürdürdüğünüz gölge boksuyla vesayetin kendi küllerinden tekrar doğabileceği kanalları açık tutuyorsunuz sadece. İnanın ki yaptığınız budur…
Orhan Kemal Cengiz. 16 Ocak 2012