7. KONU: Toplumsal Alandaki Devrimler
Toplumsal Alanda Yapılan İnkılâplar
Yeni bir yönetime kavuşan Türkiye halkı için yeni bir kimlik ve yeni bir vatandaş tanımlaması yapmak gerekmiştir. Bu durum toplumsal eşitliği sağlamaktan geçiyordu. Herkese bir soyadı verilerek unvan ve lakap bildiren ibareler kaldırılarak toplumsal eşitlik sağlanmaya çalışılmıştır. Bu nedenle Cumhuriyet döneminde Mustafa Kemal Paşa önderliğinde ortaya konan modernleşme olgusunun hayata geçirilmesinde toplumsal alanda yapılan inkılâplar önemli bir yere sahiptir.
Toplumsal Alanda Yapılan İnkılâplar
Yeni bir yönetime kavuşan Türkiye halkı için yeni bir kimlik ve yeni bir vatandaş tanımlaması yapmak gerekmiştir. Bu durum toplumsal eşitliği sağlamaktan geçiyordu. Herkese bir soyadı verilerek unvan ve lakap bildiren ibareler kaldırılarak toplumsal eşitlik sağlanmaya çalışılmıştır. Bu nedenle Cumhuriyet döneminde Mustafa Kemal Paşa önderliğinde ortaya konan modernleşme olgusunun hayata geçirilmesinde toplumsal alanda yapılan inkılâplar önemli bir yere sahiptir.
Şapka Kanunu ve Kılık Kıyafete İlişkin Düzenlemeler
Şapka kanunu ve kıyafete ilişkin düzenlemeler halkın günlük yaşamında önemli bir değişimi simgelemektedir. Bu alanda yenilik yapılması gereksinimi batılılaşma anlayışı ile birlikte ortaya çıkmış, çoğunlukla devlet memurlarının giyim kuşamlarından başlamak üzere batılı toplumlarca benimsenen giyim şekli Türklerin de hayatına girmeye başlamıştır. İkinci Mahmut döneminde sarığın yerini fes alırken, Cumhuriyet döneminde fesin yerini şapka alacak ve her iki süreç de sancılı bir seyir takip edecektir. Şapka konusu ilk kez 1915 yılında Batıcılık akımı çerçevesinde dile getirilmiş ve fesin yerini şapkanın alabileceği yönünde görüşler kaleme alınmıştır. Ancak fesin dini bir sembol olarak görüldüğü halk arasında bu görüş geçerlilik kazanmamıştır.
Mustafa Kemal Paşa 25 Ağustos 1925’te Kastamonu ve çevresine yaptığı seyahati sırasında uygar Türkiye’nin dış görünüşü ile de uygar olduğunu göstermesi gerektiğini ifade ederek, memlekette giyilmesi gereken kıyafetin tanımını yapmış ve bu kıyafeti tamamlayan başlığa da “şapka” denildiğini belirtmiştir. Bundan sora 2 Eylül 1925’de 2431 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile devlet memurlarına müşterek kıyafet ve şapka giyme zorunluluğu getirilmiştir. Takip eden günlerde din adamlarının kıyafetleri konusunda düzenleme yapılmış ve din adamı olmayanların dini kıyafetle gezmeleri yasaklanmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın üzerinde hassasiyetle durduğu şapka konusunda sivillere mecburiyet konmamasına karşın özellikle Ankara hükümeti ve çevresinin şapka giymeye başladıkları görülmektedir. Kamuoyunun bu konuda yavaş yavaş olgunlaşması üzerine 16 Kasım 1925’de Konya mebusu Refik (Koraltan) bey ve arkadaşları tarafından şapka kanunu teklifi Meclis’e sunulmuş ve farklı görüşlerin ortaya konduğu görüşmeler sonunda 25 Kasım 1925’de 671 sayılı Şapka İktisası Hakkındaki Kanun kabul edilmiştir. Kanunun ilk maddesinde “TBMM üyeleri ile genel, özel ve bölgesel idarelere ve bütün kuruluşlara bağlı memurlar ve müstahdemler Türk milletinin giymiş olduğu şapkayı giymek zorundadır. Türkiye halkının da genel başlığı şapka olup buna aykırı bir alışkanlığın sürdürülmesini hükümet yasaklar” denilmektedir. Şapka kanununun temel gerekçesi medeni milletlerle arada bir fark gibi algılanan mevcut baş giysisinin değiştirilerek ortak bir giyim tarzına ulaşmaktır. Böylelikle batının Türkler hakkındaki önyargılarının önüne geçilerek batılılardan farksız olunduğunun vurgusu yapılacaktır. Şapka kullanımı halk arasında yaygınlaştıktan sonra 1934 yılında Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun çıkarılmış ve laiklik prensibinin bir gereği olarak “din adamlarının dini kıyafetleri yalnız dini törenler sırasında giyebilecekleri, diğer zamanlarda sivil kıyafet kullanacakları” kararlaştırılmıştır. Gündelik hayatta din adamlarının da sarıklarını çıkarmalarıyla birlikte ulus bilincinin geliştirilmeye çalışıldığı bu dönemde fertlerin görünümlerinin de bir olması sağlanmıştır.
Kıyafete ilişkin düzenlemeler yapılırken yasal açıdan kadın kıyafetlerine ilişkin bir yaptırım konulmamış ancak CHP tarafından çarşaf ve peçenin kaldırılması yönünde illere talimat yollanmıştır. Çarşaf ve peçenin kaldırılması konusunda temkinli hareket edilirken, halk arasında propaganda yapmaya önem verilmiş ve Belediyelerin hassas tutumları sayesinde çarşaf ve peçe kullanımı büyük ölçüde azalmış ve bunun yerini manto ile başörtüsü almıştır. Yine batıdan alınan giysi modellerinin moda aracılığıyla yayılması sonucu kendiliğinden bir değişme ve modernleşme olmuştur. Zamanla şapka konusunda da hassasiyet azalmış, kanun yürürlükte olmasına rağmen devlet dairelerinde ve günlük hayatta giyilmesi zorunluluk olmaktan çıkmıştır.
Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kaldırılması
Tarihi 8.yüzyıla kadar giden ve 10-11. yüzyıllarda kurumsallaşan tasavvuf düşüncesinin işlendiği yerler olan tekke, zaviye ve türbeler, Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında önemli rol oynamıştır. Sosyal yardımlaşma, edebiyat ve güzel sanatları öğretmek, ruh terbiyesi vermek gibi görevleri bulunan ve Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükseliş dönemlerinde etkin olarak görev yapan bu kurumlar, devletin gerilemesine paralel olarak diğer kurumlardaki çözülmeden nasibini almıştır. Tekkelerin durumunun düzeltilmesine yönelik olarak Osmanlı Devleti’nce bazı girişimlerde bulunulmuştur. Tarikat ve tekkelerin milli mücadele sırasında yerine getirdiği işlev düşünüldüğünde bu dönemde halen önemini koruduğu anlaşılmaktadır. İstanbul’dan Ankara’ya geçmek isteyen milli güçlerin ve askeri malzemenin iletilmesinde etkin olan Özbekler Tekkesi bu durumun en güzel örneğidir.
Cumhuriyet sonrasında başlayan inkılâplar sürecinde sosyal hayatın düzenlenmesine yönelik gelişmelerden tekke ve türbeler de nasibini almış ve o sırada çıkan Şeyh Sait İsyanı da bu süreci hızlandırmıştır. Cumhuriyet’in üzerine oturduğu ilkeler ve yaşanan köklü değişimde bu tür kurumlara yer yoktur. Mustafa Kemal 30 Ağustos 1925’de Kastamonu’da yaptığı konuşmada “Efendiler ve ey millet biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müridler ve meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat tarikatı medeniyedir” diyerek bu konudaki tavrını belli etmiştir. Nitekim Bakanlar Kurulunun 2 Eylül 1925 tarihli talimatnamesi ile 773 tekke ve 905 türbe kapatılarak eğitim kurumu olarak değerlendirilmek üzere Milli Eğitim Bakanlığına devredilmiştir. Şapka Kanununun kabulünün ardından Meclis’e getirilen Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması hakkındaki kanun teklifi, şapka kanunu görüşmeleri sırasında ileri sürülen aleyhte fikirlerin etkisi altında görüşülmüş ve 30 Kasım 1925’de 677 sayılı kanunla bu kurumlar kaldırılmıştır. Ayrıca şeyhler ve zaviyedarlara bu sıfatları nedeniyle verilen vakıf işlerine bakma görevi de 677 sayılı kanunla kaldırılmıştır. Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasının Takriri Sükûn kanununun geçerli olduğu bir devreye rastlaması bu konudaki olumsuz tepkileri bertaraf etmiş, kanunun şapka kanununun akabinde çıkarılması, onun arka planında kalmasına ve ikisine gösterilen tepkinin birleştirilmesine veya şapka yoluyla ifade edilmesine yol açmıştır.
Yönetimin aldığı tedbirler sonucu bu konu uzunca bir süre gündeme gelmemiş ancak gerek tek parti döneminin sonlarına doğru laiklik anlayışının yumuşaması, gerekse çok partili hayata geçiş sırasında gizli bir potansiyel olarak halk arasında bu kurumlara duyulan sempatinin siyasal bir avantaja dönüştürülmesi isteği mevcut kanunun ilk maddesine yapılan bir ek ile “Türbelerden Türk büyüklerine ait olanlarla, büyük sanat değeri bulunanların Milli Eğitim Bakanlığınca umuma açılabileceği” kararının alınmasında etkili olmuştur.
Takvim, Saat ve Ölçü Sisteminin Değiştirilmesi
Tarih boyunca farklı toplumlar tarafından farklı başlangıç tarihleri esas alınarak çeşitli takvimler kullanılmıştır. Osmanlılar tarafından önce Hz. Muhammed’in hicret ettiği 622 yılını başlangıç olarak alan Hicri takvim, daha sonra da güneş yılını esas alan Rumi takvim kullanılmaya başlanmıştır. Hicri ve Rumi takvimler arasında fark olması ve iki takvimin aynı anda kullanılması karışıklıklara yol açtığı için 26 Aralık 1925’de 698 sayılı kanunla 1 Ocak 1926’da yürürlüğe girmek üzere uluslararası takvim olan Miladi takvim kabul edilmiştir. Uluslar arası takvimin kabul edilmesi özellikle batı ile ticari alanda yaşanan karmaşayı gidermek bakımından önemli bir adımdır. Takvime ilişkin son değişiklik 10 Ocak 1945’de bazı ay adlarının değiştirilmesidir. Buna göre Teşrinievvel, Teşrinisani, Kanunuevvel, Kanunusani isimleri Ekim, Kasım, Aralık, Ocak şeklinde değiştirilmiştir.
Osmanlı Devleti’nde takvimde olduğu gibi saat sisteminde de farklı kıriterler esas alınmaktaydı. Türkiye’de güneşin battığı anı 12.00 olarak kabul eden alaturka saat sisteminin kullanılması, güneşin farklı yerlerde farklı zamanlarda batması nedeniyle saatte ulusal birliğin sağlanmasını engellemekteydi. Bunu ortadan kaldırmak amacıyla yeni takvim sisteminin kabul edildiği gün 697 sayılı kanunla günün gece yarısından başlayıp, saatlerin sıfırdan 24’e kadar sayılması ve Greenwich’e göre 30. derecede bulunan meridyenin Türkiye Cumhuriyeti saatleri için esas alınması kabul edilmiştir.
Ölçü sisteminin uluslararası bir standarda kavuşturulmasının sağlanması 19. yüzyılda ortaya konmuş ve pek çok devletin katılımı ile dünyadaki ölçü anarşisine son vermek ve metre sisteminin yerleşmesini sağlamak amacıyla Beynelmilel Ölçüler Bürosu kurulmuştur. Bu dönemde metre ve kilogramın batılı ülkeler tarafından kullanılması zorunlu kılınmıştır. Ağırlık ölçüsü olarak kantar, batman, kile, şinik, dirhem; uzunluk ölçüsü olarak endaze, arşın, parmak, kadem, kulaç ve fersah gibi birimler kullanan Osmanlı Devleti, 1869’da yayınlanan bir kanunla metre ve kilogram ile tanışınca diğerlerinin bütünüyle ortadan kaldırılmaması nedeniyle ortak bir standart geliştirememiştir. Pek çok batılı ülkenin kullandığı sistemin Türkiye’de de esas alınmasını sağlamak amacıyla konu 2 Şubat 1931’de Meclis’te görüşülmeye başlanmış uzunluk, ağırlık, hacim ve litre esasından alınan ölçülerle ısı, ışık, elektrik ve güç birimleri tespit edilerek 26 Mart 1931’de 29 maddeden oluşan kanun kabul edilmiştir. Yeni ölçülerin düzenlenmesini anlatan Ölçü Nizamnamesinin çıkarılması Ağustos 1933 sonlarında gerçekleştirilmiştir. Kısaca metrik sistem olarak adlandırılan yeni ölçü sitemi, Türkiye’nin iktisadi açıdan batı ile bütünleşmesi bakımından önemli bir gelişmedir.
Soyadı Kanunu
Atatürk inkılâpları arasında önemli bir yere sahip olan soyadı kanunu, bir bakıma daha önce yapılan toplumsal düzenlemelerin tamamlayıcısı niteliğindedir. Çağdaş anlamda soyadı, kişi hak ve özgürlüklerinin ortaya çıkmasıyla yaygınlaşmış ve bugünkü düzeyine ulaşmıştır. Soyadı kanunundan önce yalnız öz adın, aile adının veya doğum yerinin ayırıcı özellik olarak kullanıldığı Osmanlı toplumunda, bu durum nüfus kayıtlarında karışıklıklara, askere alma işlemlerinde veya iktisadi ilişkilerde zorluklara yol açmaktaydı.
Tanzimat’la birlikte Osmanlı Devleti’nde kurumsal yapının karmaşıklaşmaya başlamasıyla ve batı tipi okulların açılmasıyla beraber soyadına olan ihtiyacın belirginleştiğini söylemek mümkündür. Bu dönemde askeri okullarda doğum yeri ismin sonuna eklenerek kullanılmak suretiyle bir düzenleme yapılmış, daha sonra 1925 yılında Maarif Vekâleti tarafından okullara gönderilen bir genelge ile öğrencilerin aile adlarını kullanmalarına ilişkin düzenleme yapılmıştır. Cumhuriyet döneminde soyadı kanununa zemin hazırlayan en önemli yasal gelişme 1926 yılında Medeni kanunun kabul edilmesidir. Kanunun 25. ve 26. maddelerine göre aile isimlerinin alınması hükmü konulmuş ancak bütünüyle hayata geçirilememiştir. Soyadı konusunun yasalaşması için bundan sonra epey zaman geçmesi gerekmiş ve nihayet 1934 yılında İçişleri Bakanlığınca hazırlanan tasarı Meclis’e sunulmuştur. Tasarının gerekçesinde aile adı kullanmanın pek çok yerde gelenek halini aldığı ancak Türkiye’de uygulamanın isteğe bırakılarak karışıklıklara yol açtığı belirtilerek soyadı kullanılmasının zorunlu hale getirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Kanun 16 Haziran 1934’de Meclis’te görüşülmeye başlanmış ve oldukça tartışmalı geçen görüşmeler sonucunda 21 Haziran 1934’de kabul edilen 2525 sayılı Soyadı Kanununun 1 Ocak 1935 tarihinde yürürlüğe konulması kararlaştırılmıştır.
Soyadı kanunu ile vatandaşların birbirinden ayırt edilmelerini sağlamanın ötesinde farklı kimliklere sahip olan halkın milli bilince sahip olmasını temin etmek amaçlanmıştır. Kanunun kabulünden bir süre sonra 29 Kasım 1934’de Efendi, bey, paşa gibi unvan ve lakapların kaldırıldığına dair kanun çıkarılmıştır.
Bu kanunla daha önce kullanılan lakap ve unvanların soyadı olarak alınmasının engellenmesi de sağlanmıştır. 24 Kasım 1934 tarihinde 2587 sayılı yasa ile Mustafa Kemal’e Atatürk soyadı verilmiştir. Kanunda soyadı almaya ilişkin kurallar belirtilmediği için olası kargaşalıkları önlemek amacıyla Soyadı Nizamnamesi yayınlanmıştır. Buna göre alınan soyadları en geç 2 Temmuz 1936 tarihine kadar nüfus kayıtlarına geçirilecek, söylenişte, yazıda ve imzada öz ad önce soyadı sonra yazılacaktır. Alınan soyadı ancak mahkeme kararı ile değiştirilebilecektir. Alınan soyadlara bazı eklerin getirilmesi, başka milliyet gösteren soyadlarının alınması yasaktır.
Hafta Tatili Kanunu
Cumhuriyet öncesinde dini bayram günlerinin tatil edilmesi dışında hafta tatili yapma geleneği yoktu. Osmanlı Devleti’nde fiili olarak Cuma namazı nedeniyle ticarethane ve devlet dairelerinde çalışılmamasına rağmen yasal bir düzenleme yapılmamıştı. 31 Aralık 1923’de Cuma günlerinin çalışanlar için tatil edilmesine ilişkin kanun layihası Meclis’e sunulmuştur. Asıl amacının iktisadi olduğu belirtilen kanun 2 Ocak 1924’de kabul edilmiştir. Zamanla batılı ülkelerle iktisadi alanda yaşanan sıkıntılar nedeniyle hafta tatilinin değiştirilmesi fikri ortaya konmuş ve ulusal bayram ve genel tatiller hakkında kanun teklifinin hazırlanması ve kabul edilmesi 1935 yılında gerçekleştirilmiştir. Kanuna göre 35 saatten az olmamak üzere Cumartesi günü saat 13’ten başlayarak her haftanın ilk günü (Pazar günü) tatil olacaktır. Ayrıca 29 Ekim, 30 Ağustos, 23 Nisan gibi milletin müşterek sevinç duyduğu günlerin ulusal bayram olarak kutlanması gerektiği, dini bayramların yanı sıra 1 Mayıs, 31 Aralık ve 1 Ocak günlerinin de medeni milletlerde olduğu gibi tatil olarak kabul edilmesi kararlaştırılmıştır.
çok güzel açıklama olmuş yaa :-p
Şapka Kanunu’nun çıkarılmasındaki amaçlar nelerdir?
Mustafa Kemal,yapılacak devrim hareketinden önce yurt gezilerine çıkarak halkın nabzını yoklamaua çalışırdı. Kıyafet konusunda da benzer bir gezi düzenlenmiştir. Bu gezi hangi ile yapılmıştır?
Mustafa Kemal, toplumu yeniliklere hazırlamak amacıyla yapılan yeniliklerden önce ve sonra neler yapmıştır?
Giyim kuşam konusunda Osmanlı toplumu ile cumhuriyet dönemi toplumunu karşılaştırınız?
Tekke ve zaviyelerin kapatılması ile Atatürk ilkelerinden akılcılık ve bilimsellik arasında nasıl bir ilişki vardır?
Kıyafet değişikliği ile tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasının Türkiye’nin laikleşmesindeki önemi nedir?
Osmanlı devletinin ilk dönemlerinde Tekke ve zaviyeler ne tür toplumsal görevler üstlenmişlerdir?
Takvim, saat, ölçü birimlerinin değiştirilmesindeki temel amaç nedir?
Günümüzde resmi, özel ve dini hayatta hangi takvimler kullanılmaktadır?
Hicri Takvimin günümüzdeki kullanım alanları nelerdir?
Soyadı Kanunu ile herkese birer soy ismin verilmesi ile toplumda eşitliğin sağlanması konusunda nasıl bir ilişki kurulabilir?
Soyadı Kanununun çıkarılmasının devlet dairelerinde ve toplumsal ilişikilerde sağladığı faydalar nelerdir?
Soyadın seçilmesi sırasında hangi hususlara dikkat edilmesi istenmiştir?
Ağa, bey, efendi, paşa, hazretleri, beyefendi, kör, topal, sarı, kara vb. gibi ünvan ve lakapların kullanılması niçin yasaklanmıştır?
cok güzel bi paylaşım olmus hocam cok tesekkur ederiz !