6. KONU: Kültürel Alandaki Devrimler
KÜLTÜR ALANINDA GERÇEKLEŞTİRİLEN İNKILÂP HAREKETLERİ
Osmanlı devletinden Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişle birlikte üzerinde en çok durulan ve yeni bir tanımlama ile birlikte çerçevesi çizilen noktalardan biri de kültür konusu olmuştur. Milli ve çağdaş bir anlayış içerisinde kültürel hayat yeniden oluşturulmak istenmiştir. Mustafa Kemal, toplumun yeni kültürel değerlerle donatılması için yeni fikirler ortaya koymuş, örnek davranışlar sergilemiş, milli kültürel kurumların kurulmasına öncülük etmiş ve bunların devamlılığı için gerekli koşulları sağlamıştır.
KÜLTÜR ALANINDA GERÇEKLEŞTİRİLEN İNKILÂP HAREKETLERİ
Osmanlı devletinden Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişle birlikte üzerinde en çok durulan ve yeni bir tanımlama ile birlikte çerçevesi çizilen noktalardan biri de kültür konusu olmuştur. Milli ve çağdaş bir anlayış içerisinde kültürel hayat yeniden oluşturulmak istenmiştir. Mustafa Kemal, toplumun yeni kültürel değerlerle donatılması için yeni fikirler ortaya koymuş, örnek davranışlar sergilemiş, milli kültürel kurumların kurulmasına öncülük etmiş ve bunların devamlılığı için gerekli koşulları sağlamıştır.
Alfabe Değişikliği
Tanzimat döneminde Osmanlıcaya karşı doğan tepki kullanılan alfabe sistemine de tepkiyi beraberinde getirmiştir. Türklerin Arap alfabesini kullanması Anadolu Türkçesinde 13. Yüzyıla, Doğu Türkçesinde 11.Yüzyıla kadar gider. Arap Alfabesi ve İslamiyet’in de tesiriyle Arapça-Farsça kelimelerin Türk dilini istilâ ettiği duruma tepki gösteren aydınlar alfabe sisteminin de ıslah edilmesi gerektiği düşüncesini Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar sürekli tartışmışlardır. Tüm bu tartışmalarla beraber Tanzimat döneminden Cumhuriyet dönemine gelinceye değin Alfabede kısmi bir düzenleme yapılmış, dönemin ıslahatçıları tarafından Arap alfabesinin ıslah edilmesi savunulmuştur. Bundan sonra Alfabe konusu, Cumhuriyet döneminde ilk defa İzmir İktisat Kongresinde gündeme gelmiş, ancak konu maarifi ilgilendirdiği için reddedilmiştir. Daha sonra 1924 yılında Şükrü Saraçoğlu tarafından TBMM’de gündeme getirilmiş, ancak sonuçsuz kalmıştır. Bu sırada kültür alanındaki gelişmeler de peş peşe devam etmektedir. 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile öğretimde birliğin sağlanabilmesi için “dil birliği”nin kurulması, bunun için de Latin harflerinin kabulü gerekliliği düşünülmeye başlanmıştır. Uygulanan kültür programı doğrultusunda yavaş yavaş Latin harflerine doğru gidiş başlamıştır. 26 Aralık 1925 tarihinde uluslararası takvim ve saatin kullanılması kabul edilmiş, Hicri Takvim yerine Miladi Takvim alınmıştır. Daha sonra 1926 yılında çıkarılan bir kanunla ticaret alanında Türkçe kullanılması öngörülmüştür. 1927 yılında çıkarılan bir kanunla da sokak adları Türkçeleştirilmiştir. Arkasından 20 Mayıs 1928 tarihinde Arap rakamları bırakılarak Latin rakamları kabul
edilmiştir. Bundan sonra 23 Mayıs 1928 tarihinde, Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde resmen bir dil encümeni kurulur. Görevi Latin harflerini incelemek olan heyetin görüşü Latin harflerine geçişin ancak 5-6 yıl içerisinde olabileceği şeklindedir. Mustafa Kemal’in heyete verdiği direktifle çalışmalar hızlanmış, Türkçenin özellikleri ve ihtiyaçları göz önünde tutularak hazırlanan rapor sonrasında 9 Ağustos’tan 1 Kasım’a kadar geçen zaman içerisinde yeni harflerle döneminin basınında denemeler yapılmıştır. 1 Kasım 1928 tarihinde TBMM’nin üçüncü dönem ikinci toplanma yılını açarken M. Kemal yaptığı konuşmasında; “BMM’nin kararıyla Türk harflerinin katiyet ve kanuniyet kazanması, bu memleketin yükselme mücadelesinde başlı başına bir geçit olacaktır. Milletler ailesine münevver, yetişmiş büyük bir milletin dili olarak elbette girecek olan Türkçeye bu yeni canlılığı kazandıracak olan üçüncü TBMM yalnız ebedi Türk tarihinde değil, bütün insanlık tarihinde mümtaz bir sima kalacaktır.” diyerek meclisi onure etmiştir. Meclisin konuyu görüşmesiyle, Dil heyetinin hazırladığı yeni Türk Harfleri kabul edilmiştir. Kanunun kabulünden itibaren yeni Türk harflerinin kullanılması öngörülüyordu. Arkasından önceki bölümde de değinildiği gibi Başmuallimi Mustafa Kemal olan Millet Mektepleri 1 Ocak 1929 tarihinde açılmış ve 1 yıl içerisinde, 16-45 yaş arası yurttaşların katılımı ile 1 milyona yakın kişi okuma yazma öğretilmiştir. Bu arada Haziran 1929’dan sonra da Arap harflerinin kullanılması yasaklanmıştır. Latin esaslı Türk alfabesinin kabulü aslında dilde Millileştirmeyi başlatmış, laikleşmeyi de kolaylaştırmıştır. Türk benliğinin işlenmesine de kapıları açmıştır. Ayrıca alfabe değişikliği dil inkılâbına doğru gidişi başlatmış ve kolaylaştırmıştır. Nitekim Latin esaslı Türk alfabesinin kullanımının ardından dilde reform yapılarak Türkçenin zengin, milli ve bilim dili haline gelmesi sağlanacaktır.
Türk Tarih Kurumu’nun Kuruluşu
Siyasi, sosyal, eğitim ve hukuk alanlarında gerçekleştirilen bu değişikliklerden sonra Atatürk, 1930’lardan itibaren kültür konularıyla ilgilenmeye başladı. Yeni devletin ideolojisine uygun olarak ‘milli dil’ ve ‘milli tarih’ araştırmalarına ağırlık verilerek bu yoldan toplumda ‘milli şuur’un oluşturulmasına çalışıldı. Zira, daha önceleri Osmanlı döneminde değişik tarih görüşleri vardı ve genelde İslam tarihine dayalı bir anlayış vardı. Tanzimat’ın ilanından sonra (1839) medrese dışındaki okullarda İslam tarihinin yanı sıra Osmanlı tarihi de okutulmaya başlandı. Meşrutiyet döneminden itibaren (1908) ise daha çok millet fikri etrafında Türk tarihi görüşü meydana geldi. Bu durum Cumhuriyet dönemine kadar devam etti. Birinci Dünya Savaşı sonrası yıkılan Osmanlı Devleti’nin yerine ‘hakimiyeti milliye’ esasına dayalı olarak kurulan yeni Türkiye Devleti’nde ümmet anlayışı yerine millet fikri benimsendi. Dolayısıyla din tarihi ya da hanedan tarihi yerine ‘milli tarih’ görüşü ön plana çıktı. Atatürk’ün yaptığı inkılapların yerleşmesi ve bu yeni anlayışa uygun yeni nesillerin yetişmesi için milli eğitim alanında gösterdiği çabaları dil ve tarih alanında da gösterdiğini görüyoruz. Atatürk Türk tarihinin araştırılması işini sistemli bir şekilde ele aldı. O’nun bu konularla ilgilenmesini Afet İnan şöyle anlatır: Kendisi 1928’de İstanbul’da Notre Dame de Sion Fransız okulunda iken okuduğu Fransızca bir kitapta, “Türk ırkının sarı ırka mensup olduğu, ikinci sınıf insan tipi olarak nitelendirildiği ve batılılara göre barbar ve yayılmacı bir kavim olarak gösterildiğine ilişkin görüşlerin yer aldığını anlatması üzerine Mustafa Kemal’in “Hayır olmaz, bunun üzerinde meşgul olalım, sen çalış” dediğini ifade eder. Yine Atatürk “Türkler bir aşiret olarak Anadolu’da imparatorluk kuramaz. Bunun başka bir izahı olmak gerekir. Tarih ilmi, bunu meydana çıkarmalıdır” demiştir. Başlangıç noktasını Türkleri hor gören ve yanlış tanıtan batılı tarihçilerin görüşleri oluşturan tarih çalışmalarına bu düşüncelerle başlanmış ve bir plan hazırlığı dahilinde yürütülmesi amaçlanmıştı. Bütün bu çalışmaları yürütecek bir kurum olması istendi. Bu amaçla 1930 Nisanında toplanan Türk Ocakları’nın VI. Kurultayında Atatürk’ün isteği ile başkanlığına Tevfik Bıyıklıoğlu’nun seçildiği Türk Tarihi Heyeti oluşturuldu. 15 Nisan 1931’de ise daha sonra Türk Tarih Kurumu adını alan ‘Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’ kuruldu. Cemiyet’in amacı Türk tarihini bilimsel olarak araştırmak ve
yeniden yazmaktı. Bu amaçla başlayan çalışmaların sonunda tarih tezine uygun olarak “Türk Tarihinin Ana Hatları” isimli bir kitap hazırlandı. Kitapta Türk ırkı ve tarihi eski çağlardan Cumhuriyet’e kadar kısaca ele alınmaktaydı. Yeni bir ‘milli kimlik’ ve ‘milli şuur’ uyandırmak maksadıyla başlatılan çalışmaların özünü Osmanlı toplumsal yapısından çağdaş ve milli bir toplum olma düşüncesi oluşturmaktadır. Bütün bunların ise bilimsel metotlarla ortaya konması gerekmektedir. Bu durumu Atatürk,” Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır” sözleriyle ifade etmiştir.
Türk Dil Kurumu ve Dil Alanındaki Gelişmeler
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel prensip olarak uygulamaya koyduğu Milliyetçilik ilkesi Cumhuriyetin ilânından sonra yapılan tüm inkılâplarda kendisini göstermiş, özellikle Dil ve Tarih anlayışının bu paralelde değiştirilmesi ise yeni Türkiye için gerekli görülmüştür. Milliyetçilik prensibinin temeli kültür milliyetçiliğine dayandırıldığından yapılan inkılâplar bu doğrultuda gerçekleştirilmiştir. “Millet olma şuuru”nun ön plana çıkarıldığı inkılâplar (sokak adlarının Türkçeleştirilmesi; Ticaret alanında Türkçe konuşulmasının sağlanması; Türkçe soyadı kullanımının gerçekleştirilmesi; Eğitim dilinin bir ve Türkçe olması gibi) yeri ve zamanı geldiğinde birer birer yapılmış kültür milliyetçiliği anlayışının
parçalarıdır. Dil ve Tarih şuuru, bir milletin oluşmasında başlıca rolü oynayan, milleti millet yapan unsurların başında gelir. Atatürk “Millet, dil, kültür ve mefkure birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir siyasî ve içtimai heyettir”. diyerek tanımladığı millet kavramının en önemli özelliğinin dil birliği olması gereğini uygulama alanına koymuş, yapılan bir dizi inkılâplarla bunu sağlamaya çalışmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu zaman henüz yazı dili, bir hayli ağır ve halk tarafından anlaşılmaz durumdaydı. Milli bir dilin kullanılmasının gerekliliğini duyan Mustafa Kemal daha 22.11.1924 tarihinde Samsun’da öğretmenlerle
yaptığı konuşmasında; “Efendiler, milli terbiyenin (eğitimin) ne demek olduğunu bilmekte artık bir gûnâ teşevvüş (kargaşa tarzı) kalmamalıdır. Bir de milli terbiye esas olduktan sonra onun lisanını usulünü vasıtalarını da milli yapmak zarureti gayri kabili münakaşadır (tartışması dahi olanaksızdır). diyerek konunun önemini belirtmiş, 1928 yılına gelindiğinde ise milli dilin yaratılması yolundaki çalışmalara hız kazandırarak gelişmeleri bu yöne çekmiştir. 1928 yılına kadar Osmanlı aydınları tarafından dil ve alfabenin sadeleştirilmesi konusunda epey çalışmalar olmasına karşılık herhangi bir sonuç alınacak radikal bir inkılâp yapılamamıştır.
Esasında Tanzimat dönemi sonrasında Servet-i Fûnun ve Meşrûtiyet dönemlerinde edebiyatçıların çoğu ağırlaşan Osmanlıca’ya karşı yeni bir dil ve üslup arayışlarına girmişlerdir. Şinasi, Muallim Naci, Ahmet Cevdet Paşa gibi şahsiyetler yazı dilinin sadeleşmesi gerektiğini söyleyen öncülerdir. Ancak Tanzimat’tan Cumhuriyet’e gelene dek dil ve alfabenin ıslah edilmesi gerektiği söylenilmiş, fakat pek yol alınamamıştır. 20.yüzyıla gelindiğinde çağın milliyetler çağı olması dolayısıyla toplumumuzda bir milliyet şuuru uyanmaya başlamış bunun neticesinde de dilde Türkçeleşme akımı hızlanmıştır. Dildeki sadeleşme akımına etkili olan bir başka hareket de Osmanlı Devleti dışındaki gelişmelerdir. Türkoloji alanındaki çalışmaların önem kazanması ve diğer Türk kültür merkezlerindeki meydana gelen “Sadeleşme ve Türkçenin ıslahı” gibi akımlardır. Bütün Türk dünyasında anlaşılabilecek ortak bir yazı dilinin kullanılması ve dilde birlik sağlanabilmesi gayesi ile İsmail Gaspıralı’nın 1883 yılında Kırım’da Çıkardığı Tercüman adlı gazete dilde Türkçe kullanma akımını hızlandırmıştır. Devam eden dönemlerde II. Meşrutiyetin ilân edilmesi ile milli şuurun yayılmak istenmesi Türkçe kullanma taraftarlarını çoğaltmıştır. “Türk Derneği”, “Genç Kalemler”, “Yeni Lisan” gibi adlar altında toplanan yayınlarda İstanbul ağzının esas alındığı bir dilin kullanılması gerektiği söylenilmiştir. Tanzimat döneminde “Dilde Sadeleşme” olarak başlayan hareket 20.yy başında Türkçeleşme olarak kendini göstermiştir. Bütün bu sadeleşme ve Türkçeleşme çabalarına rağmen Cumhuriyet devrine gelindiğinde Türk Dilinin sadeleşmesinde henüz istenilen seviyeye ulaşılamamıştı. 1 Kasım 1928 tarihinde kabul edilen yeni Türk harfleri; dil konusunda gramer, imla sorunlarına çözüm getirememiş sadece “Milli dilin” yaratılması için gerekli zemini hazırlamıştır. Mustafa Kemal tarafından dil konusuna özellikle milli bir toplum yaratma çabası için oldukça önem verilmiştir. 1931 yılında Afet İnan’a dikte ettirdiği aşağıdaki sözleri bu açıdan dikkat çekicidir. “Türk milletinin dili Türkçedir. Türk Dili dünyada en güzel ve en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk dilini çok sever ve yükseltmek için çalışır. Bir de Türk Dili Türk Milleti için mukaddes bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz badireler içinde ahlâkını ananelerini, hatıralarını, menfaatlerini elhâsıl bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk Dili, Türk Milletinin kalbidir, zihnidir.” Dilin bir milletin oluşmasındaki rolü Atatürk tarafından üzerinde durulmakla beraber, Türkçenin Osmanlı döneminde ikinci plana itilişine bir reaksiyon olarak da Türkçenin zengin bir dil haline getirilmesini istemekteydi. “Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk Dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” diyen M. Kemal Türk Dil Kurumu’nun kurulması için yönlendirmede bulunmuştur. Alfabe encümeninin imla-gramer gibi konularda yetkili olamayışı ve Türk Tarih Kurumu’nun kurulmasıyla da Türk Dilini tetkik etmek ve sonuçlarını yayınlamak amacıyla 12 Temmuz 1932 tarihinde Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulmuştur. Türkçenin bir bilim ve kültür dili haline getirilmesini amaçlayan Türk Dili Tetkik Cemiyeti daha sonra Türk Dil Kurumu adını alacaktır. Değişik alanlarda yapılan çalışmalar sonucunda TDK, Osmanlı döneminde hor görülen sadece halkın konuştuğu Türkçeyi, yazı diline çekerek Türkçenin gelişmesini sağlamış milli bir dil yaratılmasına katkıda bulunmuştur. Bu çerçevede halk ağzından yapılan derleme tarama çalışmaları sonucu binlerce Türkçe kelime kullanılır hale gelmiştir. Mustafa Kemal çoğu zaman kurumun çalışmalarını yakından takip etmiş, bizzat kendisi de Türkçe kelimeler kullanarak devrin aydınlarına, yazarlarına örnek olmuştur. Türkleşme akımı içerisinde dilimize kazandırılan üçgen, artı, açı gibi terimler Mustafa Kemal’in kendisine aittir. TDK tarafından MEB’na tavsiye edilen bilimsel terimlere
binlerce Türkçe karşılıklar önerilmiş, ders kitaplarında bunlar kullanılmıştır. Atatürk, Kurumun bu yöndeki çalışmalarını takdir eden konuşması “Dil Kurumu en güzel ve feyizli bir iş olarak türlü ilimlere ait Türkçe terimleri tespit ve bu suretle dilimiz yabancı dillerin tesirinden kurtulma yolunda esaslı adımını atmıştır. Bu yıl okullarımızda tedrisatın Türkçe terimlerle yazılmış kitaplarla başlamış olmasını kültür hayatımız için mühim bir hadise olarak kaydetmek isterim” şeklindedir. Türk diline milli bir gelişme yaratabilmek için zararlı pürüzleri yok etmek ve yazı dili ile konuşma dili arasındaki açığı kapatmak yolundaki çalışmaları da dil
inkılabının en büyük başarısıdır. Uzun süren savaş yıllarından çıkmış bir toplumun ekonomi, siyaset ve kültür alanlarında başarı sağlaması dünyada eşine az rastlanır bir durumdur. Atatürk’ün bizzat yönlendirdiği Türk Tarih Tezi gibi Güneş-Dil Teorisi de; Türklerin tarihte en eski uygarlığı kuran millet ve Türkçenin de dünya dillerinin en eski ve yüksek kültür dili olduğuna inanmasından kaynaklanmaktadır. Ancak dünyadaki Türkoloji çalışmalarının yeni olması ve Türkiye’de de henüz yetişmiş dilci olmaması sebebiyle bazı yanlışlar yapılmıştır. Bunlar Güneş-Dil Teorisinin ortaya atılmasından önceki aşırı Türkçeleşme ve daha sonrada bütün dünya dillerinin Türkçeden yayıldığı şeklindeki inanmaları ve doğrultudaki gelişmelerdir. Mustafa Kemal, “Hatay Meselesi dil işini geri bıraktırdı” diyerek 1938 yılında yazdığı mektupta bu konudan memnuniyetsizliğini belirtmiştir. Bizzat kendisinin geliştirdiği Güneş-Dil Teorisi ile aslında Türk dilinin eskiliğini ortaya koyarak yüzyıllardır dilini hor görmüş bir ulusa milli bir güven kaynağı olmak ünlü yabancı dilcilerin dikkatini Türk Dili üzerine çekerek bundan Türk ulusunu yararlandırmak ve ona eski ve köklü tarihi ile olduğu kadar dili ile de övünmeyi aşılamak istemiştir.
Türk Dil Kurumu kuruluşundan itibaren değişik dönemler geçirmiş dünyadaki düşünce akımlarına paralel görünen bir çizgi tutturmuştur. 1940’lardan sonra “Dilde Türkçecilik” “Öz Türkçecilik” şekline dönüşen politikası 1950’lerden sonra siyasi platformdaki çekişmelerden kendisini sıyıramamış, dolayısıyla bilimsel çalışmalarını tartışma sahnesine çekmiştir. Osmanlı döneminden devralınan karma bir dil yerine köklü bir reformla milli dil yaratılmış ancak, milli dilin korunması ve işlenmesi yolunda M. Kemal’in düşüncelerine paralel bir gelişim sonraki yıllarda görülmemiştir. Çünkü iletişimin hızla geliştiği günümüzde yabancı dillerin etkisinden Türkçenin kendisini koruması oldukça zor olmaktadır.
Hocam 1,2,3 ve 4. konuların tamamına baktım ve notları aldım.Bunların tamamının altında sorular vardı.Tekrara yardımcı oluyor.Ama 5 ve 6. konularda soru bulamadım.Eğer zamanınız varsa bu konularada soru koyabilirmisiniz? Teşekkürler
Cumhuriyet döneminde kültür alanında yapılan çalışmalarla hangi hedefler amaçlanmıştır?
Çağdaş ve milli bir kültürel hayat kültürel alanda yapılan yeniliklerin en önemli amacı olmuştur.
Latin Alfabesinin ksbul edilmesinin laikleşme ve batılılaşma ile olan ilişkisini belirtiniz?
Yeni Harflerin kullanmının yaygınlaşmasında dönemin basını nasıl bir rol üstlenmiştir?
Okul açğını geçmiş olan vatandaşların yeni harfleri öğrenmesi için ne tür çalışmalar yapılmıştır?
Yeni harflerin kabulünden önce ve sonra nasıl bir süreç yaşanmıştır?
Yeni harflerin yaygınlaşmasında millet mekteplerin rolünü belirtiniz?
Ulus-devlet inşa sürecinde alfabe, dil, tarih ve eğitim birliğinin önemi nedir?
Türk Tarih Tetkik Cemiyetinin kurulmasındaki amaç nedir?
Trük Tarih kurumunun kurulmasında batının “Türk” algısının önemi nedir?
Türk Dil Kurumunun kurulması hangi alanldaki çalışmaları hızlandırmıştır?