12 Eylül Yargılanıyor
12 Eylül 1980’de Aydınlık gazetesinin yayın yönetmeni olan Oral Çalışlar, Kumburgaz’daki bir yazlık evde Doğu
Perinçek ile birlikteydi. Ertesi gün gazetesinin kapatıldığını ‘şaşkınlıkla’ öğrendi. Oysa bu, belki de müdahalenin
ona en ‘hafif’ darbesi olacaktı.
Kenan Evren’in elebaşısı olduğu 12 Eylül 1980 askeri darbesi toplumun huzurunu, geleceğini zehirledi. Aynı
zamanda kişisel hayatlarımızın yönünü değiştirdi. Acılara, yokluklara, unutulmaz baskılara yol açtı. 12 Eylül
geldiğinde bir günlük gazetenin genel yayın müdürüydüm. Gazetem kapatıldı ve benim için 4 yıl hapislik ve 4 yıllık
kaçaklık anlamına gelecek günler başladı. Bugün kişisel öykümü sizinle paylaşacağım:
1- KEMAL ILICAK: GAZETENİZİ KAPATTIKLARINA ŞÜKRET18 09 2012 Radikal – Haber, Türkiy e, y aşam, ekonomi, spor, sağlık, sanat, sinema, müzik, DV D, eğitim, kitap, çev …
www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aTy pe=HaberYazdir&A rticleID=1100410
11 Eylül 1980 gecesi Kumburgaz’daydık. O dönemde TİKP Genel Başkanı olan Doğu Perinçek’in kayınpederinin
yazlığında. O gün Ankara’daki arkadaşlardan, “Bir şeyler oluyor” uyarıları alınca durumu değerlendirmek amacıyla
Doğu’yla buluştuk. O gece Perinçek’in babası Sadık amca da oradaydı.
Sadık Perinçek, Adalet Partisi’nde (AP) yöneticilik yapmış deneyimli bir politikacıydı. O gece askerleri konuştuk.
Dönemin Savunma Bakanı İhsan Birinci’den ilginç bir öykü aktarmıştı. Savunma Bakanı Birinci, Genelkurmay’da
komutanlarla görüşüyor ve komutanlar ona bazı uyarılarda bulunuyorlar. “Yoksa müdahale edeceğiz” diyorlar.
Bakan da bunları Başbakan ve AP lideri Süleyman Demirel’e aktarıyor.
Demirel her zamanki rahat haliyle, “Sen onları idare et” şeklinde bir karşılık veriyor…
Kumburgaz’daki yazlıkta 11 Eylül gecesi, bunları konuşarak geç saatlere kadar oturduk
ve daha sonra yattık. O günün koşullarında haberleşme kolay değildi. Hele de
yazlıktaysanız. Geceyarısı gelen askeri müdahaleyi duymadık.
Ben sabah yayın müdürü olduğum Aydınlık’a gitmek üzere kalktığımda bir anormallik
olduğunu fark ettim. Yolları askerler tutmuşlardı. Herkesi çevirip arıyorlardı. Üstelik
ben gazetenin olduğu Cağaloğlu’na, Kumburgaz’dan kalkıp Topkapı’ya giden bir
otobüse binerek gidecektim. Üzerimde saldırı tehdidi nedeniyle taşıdığım ruhsatlı
silahım da vardı. Tabii otobüsler çalışmıyordu.
Neyse, sarı basın kartımı göstererek, bir gazetenin yayın yönetmeni olduğumu anlatarak, rica minnet değişik
araçlarla Cağaloğlu’ndaki Aydınlık gazetesinin binasına ulaştım. Gazeteye girdiğimde arkadaşlar elime bir karar
tutuşturdular. Askeri darbecilerin ilk icraatı üç gazeteyi kapatmak olmuştu: Aydınlık (Aydınlıkçıların), Hergün
(MHP’lilerin) ve Demokrat (Dev-Yolcuların). Gazetemiz kapatılmıştı. Kala kaldım.
2- BİZİM GAZETEYİ NEDEN KAPATTINIZ?
Birkaç gün acaba gazetemiz yeniden açılır mı, beklentisi içindeydik. Gazetemizin açılması amacıyla bir de dilekçe
yazdık. O günkü siyasi çizgimize uygun bir dilekçeydi. Müdahaleyi olumlu karşılayan siyasi çizgimiz nedeniyle,
“Bizi neden kapattınız ki” diye soruyorduk. (Başlarda darbeye destek veren yanlış siyasi çizginin özeleştirisini
kendi adıma defalarca yaptığım, o siyaseti terk ettiğim için burada o noktayı geçiyorum.)
Kapatmayı durdurmak ve destek aramak amacıyla diğer gazetelerin yöneticilerini de ziyaret ediyorduk. Ziyaret
ettiğimiz isimlerden birisi de dönemin en çok satan gazetelerinden Tercüman’ın sahibi Kemal Ilıcak’tı.
Rahmetli Kemal Ilıcak ziyaretimiz sırasında ilginç bir değerlendirmede bulundu: “Oral kardeşim, gazetenin
kapatıldığına şükret. Biz her sabah askerden fırça yiyerek güne başlıyoruz. Üstelik en üst düzeydeki muhatabımız
da bir başçavuş oluyor. Diğerleri konuşmaya bile tenezzül etmiyorlar. Siz hiç olmazsa böyle bir dertten kurtulmuş
oldunuz.”
Aydınlık uzun yıllar kapalı kaldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin üzerinden bir buçuk ay geçmişti. Benim de
yönetiminde bulunduğum Türkiye İşçi Köylü Partisi yöneticileri hakkında yakalama kararı çıkarıldı. İsimlerimiz
radyo ve televizyondan ilan edildi.
O zaman kendi aramızda toplanıp bir değerlendirmede bulunduk. Parti yöneticileri olarak bir kısmımız gidip
mahkemelerde siyasi görüşlerimizi savunacaktık, bir kısmımız ise dışarıda kalıp örgütü toparlamaya çalışacaktık.
Doğu Perinçek, ben ve başka birkaç arkadaş, yasal alandaki durumumuz nedeniyle gidip savunma yapacaktık.
3- ERDAL EREN’İN HÜCRESİNİN ÖNÜNDE
Savcılık ifadesinden sonra tutuklandık ve Mamak Askeri Cezaevi’ne konduk. Mamak’ta neler yaşandığını kapıdan
girer girmez anladık. 1974 Temmuz’unda bıraktığımız Mamak’la 12 Eylül 1980’in Mamak’ı dağlar kadar farklıydı.18 09 2012 Radikal – Haber, Türkiy e, y aşam, ekonomi, spor, sağlık, sanat, sinema, müzik, DV D, eğitim, kitap, çev …
www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aTy pe=HaberYazdir&A rticleID=1100410
İşlemlerimiz tamamlandı. Askerler, içinde eşyalarımız olan çantayı fırlatıp attılar. Doğru dürüst bir eşya da içeriye
sokamayacağımızı anladık. “Efendiler tatile mi geldiniz” sözleriyle coplamaya başladılar. Aslında bizden birkaç gün
önce İlhan Erdost burada dövülerek öldürülmüştü. Bu dayak faslında bu nedenle biraz daha dikkatli davrandıkları
bile söylenebilirdi.
“Kafes” diye adlandırılan bir yere konduk. Dört tarafı demir parmaklıklarla çevrili gerçek bir kafesti burası.
Çevremizde ellerinde coplarla askerler dolaşıyor, talimatlar veriyor ve sürekli demir parmaklıklardan uzanarak
saldırıyorlardı.
Yerler yemek artıklarıyla doluydu, pislik içindeydi. Kafeste, her tutukluyu bir asker denetliyor ve emirler
yağdırıyordu. Kafamız ya tamamen yere eğik olacaktı ya da emre göre tavana bakacaktık. Boynumuza ağrılar
giriyordu ve buna rağmen kıpırdanamıyorduk, yoksa coplar kafamıza iniyordu.
Sonra berber geldi. İşkenceydi saçların kesilmesi. Kör bir makineyle kafalarımızı kan içinde bırakarak rastgele
kestiler saçlarımızı. Sesimizi çıkardığımızda ellerindeki makineyle vuruyorlar ve küfür ediyorlardı.
Kafeste ne kadar kaldığımızı hatırlamıyorum. Korkunçtu. Aşağılayıcıydı. Pisti.
Sonra “Arka hücreler” denilen bölüme aynı partiden olduğumuz avukat Mehmet Cengiz’le birlikte konulduk. Doğu
Perinçek’i ise bir sağcı ile aynı hücreye koymuşlardı.
Oraya kadar duyduğumuz hakaret bir yana, içeri girer girmez yeni talimatlarla karşılandık. Hücreler uzun bir
koridora yan yana dizilmişlerdi. Önleri parmaklıktı ve askerler her yaptığımızı gözlüyorlardı.
Hücrelerin ana kapısı her açılışında sırtımızı kapıya dönüp yere diz çöküyor ve kimin geldiğini görmüyorduk. Asker
“Rahat, ayağa kalk” deyinceye kadar diz çökmüş ve sırtımız kapıya dönük şekilde bekliyorduk.
Bir gün Emin Çölaşan ve Savaş Ay, cezaevlerindeki yaşamın “ne kadar güzel(!)” olduğunu görmeleri için Mamak’a
davet edilmişlerdi. Bizim hücrelere de girmişlerdi. Benim onları görmem mümkün olmadı. Çünkü sırtım kapıya
dönük yere diz çökmüş durumda beklemiştim. Her ikisini de tanıdığım bu gazetecilere belki de söyleyecek birkaç
cümlem olabilirdi. Tabii ağır dayağı göze alarak. Mümkün olmadı. Sırtım dönük olduğu için onların geldiğini fark
etmedim.
Hücrelerde kalırken en sıkıntı verici uygulamalardan birisi havalandırmaya çıkarılmaktı. Çünkü açık havada
askerlerin saldırısına iyice açık hale geliyorduk. Havalandırmada koşu yaptırılıyor ve uygun adım yürütülüyordu.
Tabii dayak ve hakaret eşliğinde.
17 yaşında idam edilen Erdal Eren’in tutulduğu hücrenin önünden geçiyorduk. Onu da çok ağır şekilde dövdükleri
halinden anlaşılıyordu.
4- HÜCREDE ‘NAZARİ VE AMELİ’ EĞİTİM
Hücrede ilk günümüz bir felaketti. “Nazari ve ameli eğitim” adı altında işkence sürüyordu. Nazari yani teorik
eğitim, Kenan Evren’in önsözünü yazdığı ve bize parayla satılan bir İnkılap Tarihi kitabını okumaktı. Bağırarak bir
tutuklu tarafından kitaptan bir bölüm okunuyor, metni hepimiz can kulağıyla dinliyor ve daha sonra bu bölümden
sorulacak sorulara cevap vermeyi bekliyorduk.
Başımızdaki askerlerin bu metinlere hâkim olup bize soru sormaları mümkün olmadığından, bu görev kıdemli
tutukluya verilmişti. Sınavı izleyen ‘komutan asker soruyordu: “Doğru mu lan kıdemli?” Eğer kıdemli “Hayır”
derse, yeni bir dayak faslı için bahane yaratılmış oluyordu.
Ameli yani pratik eğitim ise daracık hücrenin içinde askeri talimdi. Sürekli, “Düşmanların kellesini silahımla
keserim” diye başlayan ırkçı askeri marşları söyleyerek, Rap! Rap! yapıyorduk. Bir askerin gün boyunca askeri
birlikte yaptıklarını, hücrenin daracık mekânında arada bir inen copları eşliğinde tekrarlıyorduk.
Birkaç gün sonraydı sanırım avukatlar görüşe gelmişlerdi. “Bizi burada dövüyorlar, durum çok felaket” der demez,
arkamdaki yüzbaşı bana girişti. Tehdit etti. Ben de ona karşılık olarak, “Ne yapıyorsanız onu anlatıyorum” dedim.
Yine de fazla dayak yemedim. Herkes buna hayret etti. Belli ki o subay da buradaki korkunç durumdan hoşnut
değildi.
Bir ay sonra, bizi arka hücrelerden çıkardılar. D Blok diye öğretmenlerin, yasal siyasi partilerin yöneticilerinin
bulunduğu bir barakaya götürdüler. Oraya MHP ve MSP yöneticilerini de getirmişlerdi. Yaşar Okuyan’ı, Taha
Akyol’u, Namık Kemal Zeybek’i, Ali Güneri’yi, Mustafa Yazgan’ı, Avni Çarsancaklı’yı orada tanıdım.18 09 2012 Radikal – Haber, Türkiy e, y aşam, ekonomi, spor, sağlık, sanat, sinema, müzik, DV D, eğitim, kitap, çev …
www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aTy pe=HaberYazdir&A rticleID=1100410
4 ay D Blok’ta kaldık. Oradaki koşullar A Bloktaki hücrelere göre daha iyi sayılırdı. Ama bu görece iyi durumdu.
Hakaret ve baskı bütün şiddetiyle sürüyordu.
Ziyaretçilerimizle açık havada ve aradaki tel örgülerin ardından görüşebiliyorduk. Görüşme başlamadan önce
“Türküm doğruyum” diye başlayan “Andımız”ı hazırol vaziyetinde görüşçülerimizin önünde söylemek zorundaydık.
Küçücük çocuklarımız, görüşmeye başlamadan önce hançeremizi yırtarcasına bağırarak neden “Andımız”ı
okuduğumuzu anlayamıyorlardı. Haysiyet kırıcı bir durumdu.
Biz Mamak’ta yatarken, CHP’li, MHP’li, MSP’li milletvekili olan yöneticiler daha iyi koşullarda Ankara’nın içinde
Merkez Komutanlığına bağlı Ordu Dil ve İstihbarat Okulu’nda kalıyorlardı.
Bizler de dilekçe vererek oraya naklimizi istedik. Siyasi partiler arasında ayrımcılık yapıldığını söyleyerek
taleplerimizde ısrar ettik. Mamak’ın zalim komutanı Raci Tetik, dilekçelerimizi geri almamız için bizi tehdit etti.
Geri almadık. Tek tek çağırıp ağır hakaretlerde bulunarak baskısını sürdürdü.
Biz dilekçelerimizi geri almadığımız gibi, ailelerimiz de benzer dilekçeler verdiler. Bir süre sonra taleplerimiz kabul
edildi ve Mamak’tan Dil Okulu’na nakledildik.
5- ECEVİT’LE HAVALANDIRMA SOHBETİ
1982 Temmuz ayında ilk tahliyeme kadar 15 ay boyunca Dil Okulu’nda kaldım. Burada Türkeş, Erbakan ve
Ecevit’in de aralarında bulunduğu siyasi liderlerle birlikte yaşadık. Ben o günleri unutmamak amacıyla günlük
tuttum. Bu günlüklerim 1986 yılında 15 günlük yazı dizisi halinde Milliyet gazetesinde yayımlandı. Daha sonra
‘Liderler Hapishanesi’ başlığıyla kitap olarak da basıldı.
Hiç unutmadığım sahnelerden birisini sizinle paylaşmak isterim: Dil Okulu’nda kalırken günde iki kez öndeki
bahçeye havalandırmaya çıkıyorduk. Havalandırmanın bir tarafında Kara Harp Okulu, bir tarafında da Özel Harp
Dairesi vardı. Özel Harp Dairesi’nin bizim havalandırmaya bakan pencereleri beyaza boyanmıştı.
Havalandırmada Bülent Ecevit’le sohbet etmeyi tercih ediyordum. Bir dönemin tarihini birinci elden dinlemek,
sanki sözlü tarih çalışması gibiydi. Konuştuklarımızı günü gününe not ediyordum. İyi dost olmuştuk. Bir keresinde
Özel Harp Dairesi’nin pencereleri açıldı ve bizi oradan seyretmeye başladılar. Bülent Ecevit’e bizi seyredenleri
gösterdim: “Siz onlardan yaptıkları kanunsuzlukların hesabını soramadınız. Bakın şimdi onlar sizden hesap
soruyorlar” dedim. “Neden böyle bir duruma gelindi” diye sordum.
Ecevit çaresizce ellerini havaya açtı: “Askerlere söz geçiremedik.”
Evet askerlere söz geçirilemeyince Türkiye bir askeri darbenin daha girdabına kapılmıştı…
12 Eylül maceramın birinci bölümü 1982 Temmuz’unda tahliye edilerek bitti. Birkaç ay sonra sonuçlanan dava
nedeniyle hakkımda yeniden yakalama kararı çıkarıldı. Dört yıl kaçak yaşadım. Bu, hapiste yatmaktan daha kolay
değildi.
1986 Aralık’ında geri kalan cezamı çekmek amacıyla yeniden cezaevine girdim.
1988 Ağustos ayında cezam bitti ve tahliye oldum. 20 aylık ikinci cezaevi maceramın bir bölümünü Üsküdar
Paşakapısı Cezaevi’nde geri kalanını Bursa Cezaevinde çektim… İki askeri darbede toplam 7 yıl cezaevinde
kaldım. Uzun yıllar da kaçak yaşadım…
12 Eylül askeri darbesi döneminde yaşamöykümün bir bölümü bundan ibarettir…